[Bsb-forum:427] Tülin ÖNGEN Hoca'dan Burhan KUZU'ya AÇIK MEKTUP

Serdar Şahinkaya Serdar.Sahinkaya at kalkinma.com.tr
21 Ara 2010 Sal 08:58:25 EET


TÜLİN ÖNGEN KÖŞE YAZILARI<http://www.birgun.net/writer_index.php>





BURHAN KUZU'YA AÇIK MEKTUP
tulinongen at yahıı.com<mailto:tulinongen at yah%C4%B1%C4%B1.com> / 14:10 17 Aralık 2010
Sayın Kuzu,

Tüm  dünyada öğrenci eylemlerinde  bir yükseliş gözleniyor. Merak ediyorum, bir bilim insanı ya da siyasetçi olarak bunun nedenleri üzerinde hiç durdunuz mu? Fransa'dan, İngiltere'ye, Yunanistan'dan İtalya'ya tüm kıtada öğrenciler acaba niye sokağa döküldüler diye hiç kendinize sordunuz mu?. Ülkeler değişse, söylem ve eylem tarzları farklılaşsa dahi, taleplerdeki ortaklık hiç dikkatinizi çekmedi mi?

Belli ki bu ülkede çeyrek yüzyıldır hüküm süren ölüm sessizliği sizi hiç rahatsız etmemiş.  Aksi halde bu sessizliğin bozulmasından bu denli ürküntü duymazdınız. Sakın bunda mensubu olduğunuz siyasal iktidarın giderek totaliterleşmesinin de bir payı olmasının? Geçen hafta İstanbul'da öğrencilere dönük vahşi polis şiddetinin, partinizin demokratlığınıza gönülden inanmış insanlarda bile ne denli bir  irkilti  yarattığını fark etmiyor musunuz?.

İktidarınız ne yapıyor; şiddete arka çıkmakla kalmayıp, 'yavuz hırsız ev sahibini bastırır' misali tamamen yasal ve hiçbir zarar verici unsur içermeyen öğrenci protestolarına artan bir şiddetle karşılık vermek dışında? Dahası sanki öğrencilere söz söyleme hakkı, taleplerini dile getirme olanağı tanınmış da, onlar bu demokratik yolları kullanmak yerine sırf şımarıklıklarından böyle davranıyormuş  gibi bir hava da yaratmaya da çalışıyorsunuz.

Neden bu eylemleri birden bire ortaya çıkmış, hiç bir geçmişi yokmuş gibi algılama ya da öyle gösterme eğilimi içindesiniz? Neden  arkasında illaki gizli mihraklar arıyorsunuz? Birtakım karanlık senaryolar üretmeye ayırdığınız mesaiyi biraz da nedenleri anlamaya ayırsanız daha iyi olmaz mı? Örneğin öğrenciler 'artık bıçak kemiğe dayandı' mesajını vermeye çalışıyor olamazlar mı?

Üniversite gençliğinin yıllardır harç, yurt, barınma gibi en temel gereksinimlerden uzak, her türlü akademik, entelektüel, sosyal ve kültürel gelişim  olanaklarından yoksun eğitim gördüklerinden, dahası her gün resmi ve sivil polis ile özel güvenlikçi gözetiminde okula girip çıktıklarından, sürekli baskı ve aşağılamaya maruz kaldıklarından gerçekten habersiz misiniz ki, 'daha ne istiyorlar anlamadım ki' diye sorabiliyorsunuz?. Son otuz yılın üst üste binen ekonomik, sosyal ve siyasal şiddeti, özellikle sizin döneminizde ivme kazanan özelleştirmeler, bir yanda eğitime ayrılan kaynaklar kısılırken öte yanda üniversite içi güvenlik önlemlerine yönelik harcamalar, işsizlikteki korkutucu tırmanış, gelecek umudundaki tükeniş, sizce yeterince tahrik edici unsurlar içermiyor mu?

İktidarınız boyunca konuşma ve eleştiri hakkının hiçe sayılması, en meşru taleplere, en masum itirazlara bile ağız kapamayla, yaka paça gözaltına almayla, cop ve biber gazıyla karşılık verilmesi, soruşturma ve dava konusu yapılıp, mahkumiyetle cezalandırılması öfke biriktirmiş ve şimdi bu öfke  kabından taşmakta olamaz mı?  Bir iktidarın  gerçekle yüzleşme cesaretini göstermesi sizce de daha sağlıklı bir yaklaşım olmaz mı?

*******

Sayın Kuzu,

Kırk yıldır  mensubu olduğum Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ndeki olaylara yaklaşımınıza gelince:

O gün fakültede değildim. Olayları ben de aynı akşam televizyondan izledim. Daha sonra basından da takip edebildiğim kadarıyla olayları epeyce bağlamından kopararak ve tamamen kendi bakış açınızdan değerlendirdiğiniz kanaatindeyim. Öne sürdüğünüz bazı iddialar ise gerçeklerle hiç uyuşmuyor. Örneğin S. Batum konuşurken öndeki birkaç sırada oturan öğretim üyelerinin siz girdikten sonra salonu maksatlı olarak terk  ettiğini söylemektesiniz Televizyondan olayla ilgili kareleri defalarca izledim. Ben bunların hiç birini teşhis edemedim. Zaten dikkatle bakıldığında Batum'la birlikte oradan ayrıldıkları açıkça görülmekte. Belli ki onu dinlemeye gelmiş partililer.

Öğrencilerin siyasilere dönük her türlü tepkisi doğaldır ve meşrudur. Hele şiddet uygulayan ya da ona arka çıkan bir iktidar söz konusuysa bu tepki büsbütün kaçınılmazdır. Üstelik siz sıradan bir siyasi de değilsiniz. İktidar partisi milletvekili olmak dışında TBMM Anayasa Komisyonu başkanısınız. 12 Eylül Anayasası'nda öze hiç dokunmadan gerçekleşen bütün değişikliklerin mimarı ve başkanlık sisteminin en hararetli savunucularındansınız.

Bir protestoyla karşılaşacağınızı bile bile geldiğinizi kendiniz de kabul ediyorsunuz. Daha birkaç gün önce tek amaçları basın toplantısı yapmak olan savunmasız bir grup öğrenciye Dolmabahçe ve Kurtköy'de uygulanan vahşi ve orantısız polis şiddetini savunan hükümetin bir milletvekili olarak,  bu olayın yarattığı infial henüz çok tazeyken, bunun bir takım haklı tepkilere yol açacağı besbelliyken, bu konuda gerek emniyet gerekse üniversite yönetimi tarafından defalarca uyarılmışken, konuşmaktaki ısrarınız, üstelik bunu resmi ve sivil polislerin son derece terörize  edici görüntüsü eşliğinde yapmak istemeniz insanın aklına ister istemez  şu soruyu getiriyor: Yoksa bir meydan okuma mı söz konusuydu?.  Öyleyse tek başına bu bile yeterli bir tahrik sayılmaz mı?

Gerek olay mahallindeki gerekse sonrasında televizyon kanallarında yaptığınız konuşmalarda olayı kriminalize etmek için aşırı bir çaba sarf ettiniz. Asıl maksadınız, iktidara yönelmesi olası her türlü muhalefeti  şimdiden gayri meşrulaştırıp, topluma bu yönde bir mesaj mı iletmekti yoksa SBF'yi karalayıp, bir linç kampanyasının hedefi haline mi getirmekti doğrusu anlayamadım. Yoksa bir taşla birkaç kuş vurmayı mı amaçladınız?

Sanki ağır bir hukuk ihlali söz konusuymuş gibi olayı çok fazla büyüttünüz; ortada 'yumurta olsa da fol yokken'  öğrenciler için soruşturmada ve yöneticiler için istifada direttiniz, dahası öğrencilerle birlikte akademisyenleri de gizli örgüt üyeliği ve kışkırtıcılıkla suçladınız,  rektör ve dekanı ise komplocukla itham ettiniz. Hepimizi töhmet altında bırakan bu ağır suçlamalar sizce hukuk ve etikle bağdaşmakta mıdır? Bize yönelik hak ve özgürlük ihlalinin sizin katınızda hiçbir değeri  yok mu?

Bir anayasa hukukçusu ve sosyal bilimci, üstelik kendini liberal sayan bir siyasetçi olarak şahsınıza yakışan davranış bu olmamalıydı düşüncesindeyim. Bütün bu sıfatları taşıyan bir kişinin  bildiğini ve gözetmesi gerektiğini varsaydığım bazı temel bilgileri ve normları aktarmak istiyorum.

Bir; liberal demokrasinin en temel koşulu ve özgürlüklerin yegane güvencesi muhalefetin varlığıdır. Muhalefete yer vermeyen  bir siyasal rejime totaliter dendiğini siz de biliyor olmalısınız.

İki; muhalefet etmenin en başta gelen eylem biçimi ise protestodur. Ve her protesto doğası gereği şu ya da bu türden (ve dereceden) bir şiddet içerir. Bir toplumbilimci olarak bunu da bildiğinizden eminim.

Üç; hukuk ve siyaset bilimi açısından her şiddet eylemi aynı kefeye konulamaz, aynı meşruiyet ölçütleriyle değerlendirilemez.  Çünkü değişik şiddet kategorileri vardır; fiziki, sözel ve sembolik şiddet gibi. Ayrıca derecesine ve doğurduğu sonuçlara göre her biri kendi içinde de farklılaşabilir.  Kanun koyucu bile bunları ayrı ayrı sınıflandırmış ve her biri için farklı yaptırımlar öngörmüştür.

Dört; birey için olduğu kadar topluluk ve toplumlar için de meşru müdafaa hakkı geçerlidir. Hobbes'dan Locke'a, Rousseau'dan S. Mill'e kadar liberal düşüncenin en önde gelen temsilcileri, belli koşullar altında (yönetimin meşruiyetini yitirmesi gibi) topluma direnme hakkı tanımakla  kalmayıp, bu hakkın kullanımını da savunmuşlardır.

Bu bilgiler ve ilkeler çerçevesinde yumurta atmak en fazla sembolik şiddet türünden bir protesto eylemi, dolayısıyla son derece meşru-demokratik bir muhalefet biçimi sayılmalıdır. Kaldı ki iktidarın haksız ve orantısız fiziki şiddetinin söz konusu olduğu ve bunun can güvenliğini açıkça tehdit ettiği durumlarda saldırıya uğrayanların kendini benzer yöntemlerle savunmaya kalkması da siyaseten meşru müdafaa dahilindedir. Güçlerin eşit olmadığı koşullarda, güçlü zorbalık tekeline dayanarak zulme yöneldiğinde güçsüzden hiç bir şiddet içermeyen yöntemle  kendini savunmasını beklemek, ne hakkaniyetle ne hukukla ne de siyasal ahlakla bağdaşır. E. Said'in İsrail tanklarına fırlattığı taş sanırım buna en iyi örnektir.

******

Sayın Kuzu,

Son olarak bir akademisyen olarak ve sizin de akademisyen kimliğinizi gözeterek akademik özerklik ve özgürlüklerle ilgili bir iki evrensel ilkeye de değinmek istiyorum.

Bir öğretim üyesinin veya öğrencinin üniversite içinde veya dışında her hangi bir özel veya kamusal alanda düşüncelerini ifade etmesi, bu doğrultuda siyasi bir tavır sergilemesi, akademik özerklik ve özgürlüğün bir gereğidir. Sizin için geçerli olan kürsü dokunulmazlığı bizim için de geçerlidir. Bunlar suç oluştursa dahi -ki buna ancak yargı karar verebilir- hiçbir yöneticisi veya siyasetçi, kendini güvenlik güçleri, savcı ve yargıçlar yerine koyarak  akademisyen hakkında hüküm veremez ve bu yönde bir yaptırım uygulamaya kalkamaz.

Nasıl ki eleştirel akıl olmadan bilim  gelişemezse, özgür ve eleştirel düşüncenin olmadığı bir yerde de bilimsel eğitimden söz edilemez. Bu yüzden  üniversitenin öncelikli görevi öğrencisine ve akademisyenine soru sorma, sorgulama ve eleştiride bulunma hakkı ve olanağı sağlamaktır. Hatta gerektiğinde hakikati savunmak üzere iktidarlara kafa tutma güç ve cesaretini de aşılamaktır. Siyasetçi ise, beğensin beğenmesin, bu hak ve özgürlüklere saygı duymakla yükümlüdür.

Sözlerimi bitirirken, katiller, hırsızlar, soyguncu ve talancılarla gurur duyulan bu topraklarda izin verirseniz ben, tek silahı yumurta olan, çalmamış, çırpmamış, hak yememiş, sadece hakkını arayan öğrencilerimle gurur duymak istiyorum.


-------------- sonraki bölüm --------------
Bir HTML eklentisi temizlendi...
URL: <http://yunus.listweb.bilkent.edu.tr/pipermail/bsb-forum/attachments/20101221/58a17409/attachment.htm>


Bsb-forum mesaj listesiyle ilgili daha fazla bilgi