[Bsb-forum:687] Zafer Bayramımız Kutlu Olsun!

lale elmasulu laleelmasulu at gmail.com
30 Ağu 2013 Cum 08:13:56 EEST


http://www.ataturktoday.com/ataturkgunlugu/agustosaugust/30.htm


http://www.isteataturk.com/haber/627/dumlupinar-mechul-asker-anitinin-temel-atma-toreninde-30081924


ÇOK OKUNANLAR

Atatürk'ün Yazdığı Kitaplar
Okunma: 4481980

Atatürk'ün Yazdığı Geometri Kitabı (1937)
Okunma: 2683705

Atatürk'ün Manevi Evlatları
Okunma: 1557744

Anıtkabir Anıtmezar
Okunma: 1322437

Atatürk'ün Verdiği İsimler ve Soyadları
Okunma: 1044597

SEÇTİKLERİMİZ

Cumhuriyetin 10. Yıl törenlerinde, 10. Yıl Nutkunu okurken. (29.10.1933)
Okunma: 411943

Yalova'da Millet Çiftliği'nde Yürüyen Köşk'ün inşaatında. (24.07.1930)
Okunma: 412379

Dörtyol gezisinde Afet İnan'la bir çocuğu severken, Hatay. (15.02.1931)
Okunma: 141427

Cumhuriyetin 10.Yıl Nutku. (29.10.1933)
Okunma: 245505

Sofya'da kıyafet balosunda yeniçeri kıyafetiyle. (11-12.05.1914)
Okunma: 534080

Fotoğraflar
Dumlupınar Meçhul Asker Anıtı'nın temel atma töreninde. (30.08.1924)
Eklenme Tarihi: 08.12.2010:3
Atatürk'ün en çok beğendiği bu fotoğraf, Dumlupınar'da çekilmiştir.
(30 Ağustos 1924) (işte o an)

Atatürk'ün en çok beğendiği bu fotoğraf, Dumlupınar'da çekilmiştir.
(30 Ağustos 1924)



Ulu Önder Atatürk'ün çok beğendiği bu fotoğrafı Time Dergisi'nin 21
Şubat 1927 tarihli sayısının kapağında yer almıştır.

Time Dergisi'nin 21 Şubat 1927 tarihli sayısının kapağında.

Başkomutanlık Meydan Savaşıyla kazanılan zaferin ikinci yıldönümünde,
30 Ağustos 1924'te, Mustafa Kemal, Dumlupınar'da Meçhûl Asker
Anıtı'nın temel atma töreninde, şu ünlü konuşmayı yapmıştı:

Efendiler!

Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa verdiği kıymetli açıklamalarla burada
hazır olanlara Afyonkarahisar-Dumlupınar Meydan Savaşı'nın ve kesin
sonuç veren 30 Ağustos Savaşı'nın oluş şekli hakkında bir fikri
özetlemişlerdir. Beş gün aralıksız geceli gündüzlü süren en büyük
Meydan Savaşı"nın gerçek içeriği bugün verilen açıklamalardan fazla,
yarın tarihin hakemleri tarafından, araştırmacıların inceleme
araştırma ve kararları okunduğu zaman daha açık, daha belirgin bir
şekilde anlaşılacaktır. Beni milletim, Türk milleti, güvenine lâyık
görerek bu hareketlerin başında bulundurdu. Bu görev ve işimin mutlu
anısını duygulanarak sevinçle ve gururla saklıyorum. Görevlerini
milletin vicdanından gelen gerçek ihtiyacına, yalnız onun yüksek
fikrine uygun olarak yapmış olanlara özel bir vicdan rahatlığı ile
bugün önünüzde bulunurken duyduğum mutluluğu ifade edemem.

Efendiler, tıpkı bugün gibi otuz sekiz yılı Ağustosu'nun otuzuncu günü
saat ikide, şimdi hep beraber bulunduğumuz bu noktaya gelmiştim. Bu
üzerinde bulunduğumuz sırtlarda kahraman on birinci tümenimiz şu
karşıki tepelerde savaşa zorunlu kılınan düşmanın ana kuvvetine
taarruz için yayılarak ilerlemekte bulunuyordu. Şu gördüğümüz Çal Köyü
alevler ve dumanlar içinde yanıyordu. Beni buraya kadar getiren itici
gücün ne olduğunu anlatmak için hatırladığım bir iki noktayı burada
tekrar edeceğim: 29/30 Ağustos gecesi sabaha karşı Batı Cephesi
hareketleri şubesi Müdürü Tevfik Bey, alışıldığı gibi o saate kadar
çeşitli karar merkezlerinden ve her taraftan gelen raporlara göre
harita üzerinden belirlediği ve gösterdiği genel durumu cephe komutanı
İsmet Paşa'ya göstermiş ve o da hemen Paşa'ya göster emriyle Tevfik
Bey'i yanıma göndermişti. Karahisar'da Belediye dairesinde bana
ayrılan odada yatmaktaydım. Beni uyandıran Tevfik Bey'in gösterdiği
haritaya baktım, hemen yataktan fırladım. Arkadaşlar, haritada
gördüğüm şey şuydu ki, ordularımız düşmanın önemli kuvvetini kuzeyden,
güneyden, batıdan kuşatmaya uygun bir durum almış bulunuyorlardı. Şu
halde düşündüğümüz ve en büyük sonuçları sağlayacağını beklediğimiz
durumlar ortaya çıkıyordu. Hemen Fevzi ve İsmet Paşaları çağırınız,
dedim; üçümüz toplandık. Durumu bir daha düşündük ve kesinlikle karar
verdik ki, Türk'ün gerçek kurtuluş güneşi 30 Ağustos sabahı ufuktan
bütün parlaklığıyla doğacaktır. Bu karara göre ordulara yeni emir
yazıldı. (saat 6.30 öncesi) Fakat durum o kadar önemli, o kadar hız ve
şiddet istiyordu ki, bu yazılı emirlerle yetinmek önlemi uygun
olmazdı. Onun için Fevzi Paşa'dan, Altıntaş ve güneyinden hareket eden
ikinci ordumuzun ve bunun daha batısında bulunan atlı kolordumuzun
yanına giderek düşüncemize göre hareketleri düzenlemesini
kendilerinden rica ettim.

Dördüncü kolordusu ile amaçladığımız düşmanın büyük kısmını güneyden
izleyen birinci ordu merkezine de kendim gidecektim. İsmet Paşa'nın
merkezde kalıp genel durumu  yönetmesini uygun gördüm. Fevzi Paşanın
kuzeye hareket ederken ben de otomobil ile tren yolunu izleyerek
batıya hareket ettim. Akçaşar'da birinci ordu merkezine saat 9'dan
önce varmıştım. Ordu komutanına bir taraftan cephenin yazılı emri
emanet edilirken, ben de kendisine sözlü olarak durumu anlattım ve
dördüncü kolordunun bütün tümenleriyle birlikte şiddetle, işte bu
köyün, Çal Köyü'nün batısındaki düşmanın büyük kısmını kuşatacak
şekilde savaşa zorlamasını emrettim. Ve ekledim ki, düşman ordusu
mutlaka yok edilecektir. Ordu komutanı benim yanımda telefonla Kolordu
Komutanı Kemâlettin Sami Paşa'yı buldu. Benim oraya geldiğimi ve
emrimin ne olduğunu bildirdi. Bir süre bu merkezde kaldım. Sürekli
olarak gelen çeşitli rütbedeki esir subaylarla görüştüm. Bunlardan
biri kurmay subay idi. Zavallı, verdiği bilgiler ışığında istemeyerek
başkomutan görevini alan General Trikopis'in ve İkinci Kolordu
Komutanı General Digenis'in de bizim çevirmek istediğimiz çemberin
içinde bulunduğunu söylemiş oldu. Hemen yanımda bulunan ordu
komutanına: Kemâlettin Paşayı bulunuz, kendisine Trikopis'le beraber
bütün düşman generallerini mutlaka esir etmesini söyleyiniz dedim. Bu
emir hemen telefonla bildirildi. Zavallı esir subay benim bu emrimi
işitir işitmez sunduğum çayı içemeyerek büyük bir baygınlık geçirdi.
Daha fazla bu ordu merkezinde kalamazdım. Savaş durumunu gözümle
görmek benim için karşı konulmaz bir ihtiyaç oldu. Ordu komutanını da
yanıma alarak Dördüncü Kolordu Komutanının bulunduğu şu yöndeki bir
tepeye geldik. (Arpalık civarında).

Çal Köyü batısında ve kuzeyinde patlayan topların gürültülerini
işitiyordum. Oradan durumu dürbün ile gözlemeye uğraşmak bana
sıkıntılı geldi. Daha ileriye, ateş yerine gitmek için kesin bir
zorunluluk ve ihtiyaç duyuyordum ve bu noktayı, şimdi üzerinde
bulunduğumuz bu tepeyi gösterdim. Oraya gitmek gereklidir ve buyurun
gidelim dedim. Otomobillere atladık bu tepeye gelen yola girdik. Ara
sıra yolumuzun soluna düşman mermileri düşüyordu. Dördüncü Kolordu'nun
tümenleri doğudan batıya yolumuzu katederek hızlı adımlarla
ilerliyorlardı. Biraz önce dediğim gibi saat ikide şuraya çıkmış
bulunuyorduk. Düşman kuvvetlerini gündüz gözüyle tamamen kuşatmak ve
düşmanın inatla savunduğu savaş alanlarına, süngü saldırılarıyla
girerek kesin bir sonuç almak gerekliydi. Bunun için bütün ordunun
büyük özveriyle ilerlemesini ve bütün bataryalarımızın, hatta
gizliliğe bakmaksızın, ateş alanlarına girip düşman alanlarını
sarsmasını istiyordum. Yanımdaki komutanlar bu görüşümü anlar anlamaz
hemen ve en sinirli bir şekilde harekete geçtiler. Yazık ki şimdi
ismini hatırlayamadığım, yanımda bulunan bir atlı subayına birkaç
kelime not ettirerek düşman alanlarını kuzeyden saran ikinci orduya
gönderdim. Ve sözlü olarak burada benden işittiklerini onlara da
söylemesini emrettim. Bu subay görevini yapmış ve birkaç saat sonra
tekrar yanıma gelerek bilgi de vermişti. On birinci tümenin kahraman
komutanı Derviş Bey, kendi ileriye atılarak bütün kuvvetiyle düşman
alanına ilerliyordu. Kolordu Komutanı Kemâlettin Paşa, güneyden ve
batıdan düşmana saldırdığı diğer tümenlerine yeniden şiddetli ve hızlı
hareketler için emirlerini ulaştırıyordu. İkinci Ordunun on altıncı ve
altmış beşinci tümenleri düşmanla gerçek savaşa girişiyorlar, diğer
tümenleri de kuşatma çemberini daraltıyorlardı. Bunları görüyordum.
Atlı kolumuzun daha batıdan düşmanın arkasını kesmek üzere bulunduğunu
bana haber getiren atlı subay söylemişti.

Arkadaşlar!

Saat ilerledikçe gözlerimin önünde gelişen manzara şu idi: Düşman
başkomutanının şu karşıki tepede son gücüyle çırpındığını görüyor
gibiydim. Bütün düşman alanlarında büyük bir heyecan ve telaş vardı.
Artık toplarının, tüfeklerinin ve mitralyözlerinin ateşlerinde sanki
öldürücü kabiliyet kalmamıştı. Bu ovadan, kuzeyden ve güneyden
birbirini izleyen vurucu hatlarımızın, batışa yaklaşan güneşin son
ışıklarıyla parlayan süngüleri her an daha ileride görülüyordu. Düşman
alanlarını saran bir çember üzerinde yer almış olan bataryalarımızın
aralıksız ve amansız ateşleri düşman alanlarını, içinde durulmaz bir
cehennem haline getiriyordu. Güneş batıya yaklaştıkça ateşli, kanlı ve
ölümlü bir kıyametin kopmak üzere olduğu bütün ruhlarda duyuluyordu.
Bir zaman sonra dünyada büyük bir yıkım olacaktı. Ve beklediğimiz
kurtuluş güneşinin doğabilmesi için bu yıkım gerekliydi. Karanlıklar
içinde bu yıkım gerçekleşmeli idi. Gerçekten gökyüzünün karardığı bir
dakikada Türk süngüleri düşman dolu o sırtlara saldırdılar. Artık
karşımda bir ordu, bir kuvvet kalmamıştı. Tam olarak yok olmuş perişan
bir arta kalan kitle bulunuyordu. Kendilerinin dediği gibi çok korkan
ve titreyen, şekilsiz bir kitle, tuhaf bir karmaşa halinde kaçmak için
açıklık arıyordu. Artık gecenin koyulaşan ağırlığı, sonucu gözle
görmek için güneşin tekrar doğudan doğmasını beklemeyi zorunlu
kılıyordu.

Efendiler, ertesi gün tekrar bu savaş alanını dolaştığım zaman,
ordumuzun kazandığı zaferin yüceliği ve buna karşılık düşman ordusunun
düşürüldüğü felâketin büyüklüğü beni çok duygulandırdı. Karşı
sırtların gerilerindeki bütün vadiler, bütün dereler, bütün kapalı
kalmış yerler bırakılmış toplarla, otomobillerle ve bitmez tükenmez
donatım ve malzeme ile ve bütün bu bırakılan şeylerin aralarında
yığınlar oluşturan ölülerle ve toplanıp merkezlerimize gönderilmekte
olan sürü sürü esir gruplarıyla, gerçekten bir kıyamet yerini
andırıyordu. Bu dar ateş ve saldırı çemberinden bugün için
kurtulabilenler birkaç bin kişilik arta kalanlardan oluşmaktaydı.
Fakat onlarda daha büyük Türk çemberi içinden çıkmağa başarılı
olamayarak başlarında başkomutanları bulunduğu halde beyaz bayrak
çekmeğe zorunlu olmuşlardır.

Efendiler, Ağustosun otuz birinci günü yaklaşık öğle vaktiydi ki, yine
bu Çal Köyünde, yıkık bir evin avlusu içinde İsmet Paşa ve Fevzi Paşa
ile buluştuk. Kırık kağnı arabalarının döşeme ve oklarına ilişerek
bundan sonraki durumu düşündük. Kazandığımız meydan savaşının bütün
seferi sona erdirebilecek bir kararlılık ve önemde olduğunda
birleştik. Şimdi Bursa yönünde çekilen düşman kuvvetlerini yok etmekle
birlikte, bütün orduyla dinlenmeden İzmir'e yürüyecektik.

Efendiler, bugünden sonra İzmir'de "Akdeniz"i, Mudanya'da "Marmara"yı
görmek için 8-9 günlük bir zaman yeterli gelmiştir. Fakat
hatırlatmalıyım ki bugüne, bu üzerinde bulunduğumuz tepeye, bu yanık
Çal Köyü'ne gelebilmek için yalnız Sakarya'dan başlayarak harcadığımız
zaman tam bir yıldır. Fakat bu belirlediğimiz zaferi hazırlayabilmek
için bir yılı çok bulmazsınız sanırım. Çünkü efendiler, savaş ve
özellikle meydan savaşı yalnız karşı karşıya gelen iki ordunun
çarpışması değildir; Milletlerin çarpışmasıdır. Meydan savaşı
milletlerin tüm varlıklarıyla, ilim ve fen sahasındaki dereceleriyle,
ahlâklarıyla, kültürleriyle, kısaca bütün maddî ve manevî güç ve iyi
huylarıyla ve her türlü araçlarla çarpıştığı bir sınav sahasıdır. Bu
sahada, çarpışan milletlerin gerçek kuvvet ve kıymetleri ölçülür.
Sonuç yalnız beden gücünün değil, bütün kuvvetlerin, özellikle ahlâkî
ve kültürel kuvvetin yükselmesini gerçekleşme derecesine vardırır. Bu
nedenle meydan savaşında yenilen taraf milletçe ve memleketçe, bütün
maddî ve manevî varlığı ile yenilmiş sayılır. Böyle bir sonun ne kadar
korkunç olabileceğini tahmin edersiniz. Yok olup gitmek, yalnız savaş
sahasında bulunan orduya ait kalmaz. Asıl ordunun ait olduğu millet,
korkunç sonlara uğrar. Tarih, başlarındaki hükümdarların, hırslı
politikacıların birtakım hayalî isteklerle, aracı yerine düşen işgalci
orduların, işgalci milletlerin uğradığı bu şekil korkunç sonlarla
doludur.

Efendiler, Türk vatanını almak düşüncesini, Türk'ü esir etmek hayalini
genel, ortak bir düşünce haline koymağa çalışanların da hak ettikleri
sondan kurtulamamış olduklarını gözlerimizle gördük. Efendiler,
kendilerine bir milletin geleceği emanet edilen adamlar, milletin
kuvvet ve gücünü yalnız ve ancak yine milletin gerçek ve kabul edilir
yararlar elde etmesi yolunda kullanmakla sorumlu olduklarını bir an
hatırlarından çıkarmamalıdırlar. Bu adamlar düşünmelidirler ki, bir
memleketi ele geçirip işgal etmek, o memleketlerin sahiplerine
hükmetmek için yeterli değildir. Bir milletin ruhu baskı altına
alınmadıkça, bir milletin kararlılığı ve iradesi kırılmadıkça, o
millete hükmetmenin imkânı yoktur. Halbuki yüzyılların çocuğu olan bu
millî ruh, kalıcı ve sürekli bir millî iradeye hiçbir kuvvet karşı
koyamaz.

Hükmedilmek istenmeyen bir milleti, esaret altında tutmayı başaracak
kadar kuvvetli zorbalar artık bu dünya yüzünde kalmamıştır. Türk
milleti son çarpışmalarıyla, özellikle burada kazandığı zaferle,
kazandığı kararlılık ve irade ile herkesçe bilinen bu gerçekleri bir
defa daha tarihin sinesine çelik kalemle kazımış bulunuyor.

Efendiler, Afyonkarahisar-Dumlupınar Meydan Savaşı ve onun son safhası
olan bu 30 Ağustos Savaşı, Türk tarihinin en önemli dönüm noktasını
oluşturur. Millî tarihimiz çok büyük ve çok parlak zaferlerle doludur.
Fakat Türk milletinin burada kazandığı zafer  kadar kesin sonuçlu
yalnız bizim tarihimize değil, dünya tarihine yeni bir yön vermekte
kesin etkili bir meydan savaşı hatırlamıyorum.

Hiç şüphe etmemelidir ki, yeni Türk devletinin, genç Türk
Cumhuriyeti'nin temeli burada sağlamlaştırılmış oldu. Sonsuz hayatı
burada taçlandırıldı. Bu sahada akan Türk kanları, bu gökyüzünde uçan
şehit ruhları devlet ve cumhuriyetimizin sonsuz koruyucularıdır.
Burada gerçeklerini söylediğimiz "Şehit Asker" âbidesi işte o ruhları,
o ruhlarla beraber gazi arkadaşlarını, özverili ve kahraman Türk
milletini temsil edecektir. Bu âbide Türk vatanına göz dikeceklere
Türk'ün 30 Ağustos günündeki ateşini, süngüsünü, saldırısını, gücü ve
iradesindeki şiddeti hatırlatacaktır.

Efendiler, bu büyük zaferin çeşitli unsurları üstünde en önemlisi ve
büyüğü, Türk milletinin kayıtsız şartsız egemenliğini eline almış
olmasıdır. Bu olayın tarihimizde ve bütün dünyada ne büyük, ne verimli
bir inkılâp olduğunu anlatmaya gerek görmem. Milletimizin uzun
yüzyıllardan beri hanlar, hakanlar, sultanlar, halifeler elinde,
onların yönetim ve baskısı altında ne kadar ezildiğini, onların
hırslarını sağlama yolunda ne kadar büyük felâketlere ve zararlara
uğradığını düşünürsek, milletimizin egemenliğini eline almış olması
olayının, bütün büyüklüğü ve önemi gözleriniz önünde canlanır. Gerçi
büyük zaferin ertesi gününe kadar İstanbul'da halife ve sultan adı
altında bir şahıs ve onun işgâl ettiği hilâfet ve saltanat ünvanı ile
bir makam vardı. Fakat bu zaferden sonra millet o makamları ve o makam
sahiplerini hak ettikleri sona ulaştırdı.

Efendiler, millî egemenlik öyle bir ışıktır ki, onun karşısında
zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, yok olur. Milletlerin esareti
üzerine kurulmuş olan kurumlar, her tarafta yıkılmaya mahkûmdurlar.
Avrupa'nın ortasından, ta doğunun diğer ucundaki binlerce senelik
memleketlere bakacak olursak, Osmanlı İmparatorluğu'nun hak ettiği
sonu daha güzel anlayabiliriz.

Arkadaşlar, saraylarının içinde Türk'ten başka unsurlara dayanarak,
düşmanlarla birleşerek Anadolu'nun, Türklüğün karşısında yürüyen
çürümüş gölge adamlarının Türk vatanından sürülmeleri, düşmanların
denize dökülmesinden daha kurtarıcı bir harekettir. Türk milletinin
atalarının kutlu emâneti olan bu topraklarda tam anlamıyla efendi
olarak yaşaması; ancak o lüzumsuz ve manasız olmaktan başka,
varlıkları tam zarar ve felâket olan makamların yok edilmesiyle mümkün
olabilirdi.

Efendiler, onlar yüzünden Türk vatanının ve Türk milletinin geçirdiği
acıları, üzüntüleri hissetmemiş bir ferdimiz yoktur. Bu kadar
üzüntüler ve kötülükler geçirdikten sonra elbette Türk öğrenmiştir ki,
vatanı yeniden yapmak ve orada mutlu ve hür yaşayabilmek için mutlaka
egemenliğine sahip kalmak ve Cumhuriyet bayrağı altında bütün
çocuklarını toplu ve dikkatli bulundurmak gereklidir.

Efendiler, yüzyıllardan beri inleyen, fakat baskıcıların,
aldatanların, bilgisizlerin oluşturdukları engellerle yürek parçalayan
sesini milletin kulağına duyuramayan zavallı vatan bugün diyor ki; can
kulağınızı, bağrında en derin üzüntüler duymuş annenizin samimî
sözlerine sürekli açık bulundurunuz. Efendiler, Asya'da, Avrupa'da,
Afrika'da hükmedici olma güç ve kabiliyetini göstermiş olan
atalarımız, zamanında bu sesi duymaktan geri çevrilmemiş olsalardı;
Türk topluluğunun, Türk idealinin, Türk çıkarlarının korunmuş ve
çoğaltılmış olacağı anavatanı bugünkü parçalanmış şeklinde mi miras
alırdık.

Efendiler, artık vatan imar istiyor, zenginlik ve refah istiyor. İlim
ve hüner, yüksek medeniyet, hür düşünce ve hür zihniyet istiyor.
Şeref, namus, istiklâl, gerçek varlık... Vatan bu isteklerini tamamen
ve hızla yerine getirmek için kurallı ve gerçek bir şekilde çalışmayı
emreder.

Efendiler! Yüzyıllardan beri Türkiye'yi yönetenler çok şeyler
düşünmüşlerdir; fakat yalnız bir şeyi düşünmemişlerdir: Türkiye'yi. Bu
düşüncesizlik yüzünden Türk vatanının, Türk milletinin uğradığı
zararları ancak bir şekilde giderebiliriz: O da artık Türkiye'de
Türkiye'den başka bir şey düşünmemek. Ancak bu düşünceyle hareket
ederek her türlü kurtuluş ve mutluluk hedeflerine ulaşabiliriz.Bizim
milletimiz vatan için, özgürlüğü ve egemenliği için özverili bir
halktır; bunu ispat etti. Milletimiz yaptığı inkılâpların kararlı
savunucusudur da. Benliğinde bu iyi huylar yerleşmiş bir milleti
yürümekte olduğu doğru yoldan hiçbir kimse, hiçbir kuvvet alıkoyamaz.

Efendiler! Milletimiz egemenliğini eline aldığı gün, bilmeyen
kalmamıştır, en karanlık kötülüklerin, en derin uçurumu kenarında
bulunuyordu. Maddî kuvveti yıprattırılmış, savunma araçları elinden
alınmış, mânevî dünyası, kutsal saydıkları saldırıya uğramış üzücü bir
durumda bulunuyordu. Bütün bunlara rağmen varlığını ve istiklâlini
kurtarmağa karar verdi. Bu kararında başarı sağlayabilmek için bütün
milletin kendine bir hedef ve hareket seçmesi gerekiyordu. Bütün
milletin, o hedef üzerinde mutlaka başarı sağlamayı amaç kabul etmesi
gerekiyordu. Millet bütün varlığıyla bütün özverililiğiyle, bütün
inancı ile o hedefe beraber yürümeli ve mutlaka başarılı olmalıydı.
Efendiler, o hedef burasıydı. Amaç olan başarı, burada kazanılan zafer
idi.

Efendiler! Milletimiz bundan sonraki işinde de başarılı olabilmek
için, millî hedefini bütün açıklık ve kesinlikle, bütün vatandaşların
gözünde ve yüreğinde bütün parlaklığı ile belirlemiş bulunuyor.
İsterseniz benim burada hedef dediğim şeyi, siz milletin ideali olarak
adlandırınız. Fakat bu ünvanı verirken dikkat ediniz ki, hayal olan
bir anlama kendimizi kaptırmayalım.

Efendiler! Milletimizin hedefi, milletimizin ideali; bütün dünyada tam
anlamı ile çağdaş bir sosyal toplum olmaktır. Bilirsiniz ki, dünyada
her toplumun varlığı, kıymeti, özgürlük ve kurtuluş hakkı, sahip
olduğu öze uygun yapacağı çağdaş eserlerle mümkün olur. Uygar eser
oluşturmak yeteneğinden yoksun olan milletler, hürriyet ve
kurtuluşlarından ayrılmaya mahkûmdurlar. İnsanlık tarihi baştan başa
bu söylediklerimi doğrulamaktadır. Uygarlık yolunda yürümek ve
başarılı olmak, hayatın şartıdır. Bu yol üzerinde bekleyenler veyahut
bu yol üzerinde ileri değil geriye bakmak bilgisizliği ve
dikkatsizliğinde bulunanlar, uygarlığın coşan seli altında boğulmaya
mahkûmdurlar.

Efendiler! Çağdaşlık yolunda başarı yenilenmeye bağlıdır. Sosyal
hayatta, iktisadî hayatta ilim ve fen alanında başarılı olmak için tek
olgunlaşma ve yükselme yolu budur. Hayat ve dirliğe hükmeden
emirlerin, zaman ile değişme, olgunlaşma ve yenilenmesi zorunludur.
Uygarlığın buluşları, fennin harikaları, dünyayı şekilden şekile
geçirttiği bir dönemde, yüzyıllık eskimiş düşüncelerle, geçmişe
tapınmakla varlığını korumak mümkün değildir. Uygarlıktan söz ederken
şunu da kesinlikle söylemeliyim ki, uygarlığın temeli, yükselmenin ve
kuvvetin temeli, aile hayatındadır. Bu hayatta kötülük, mutlaka
sosyal, iktisadî, siyasal güçsüzlüğü gerektirir. Aileyi oluşturan
kadın ve erkek unsurların doğal haklarına sahip olmaları, aile
görevlerini idareye yeterli bulunmaları gereklerdendir.

Efendiler! Milletimiz burada belirlediğimiz büyük zaferden daha önemli
bir görev peşindedir. O zaferin anlaşılması milletimizin iktisat
alanındaki başarılarıyla mümkün olacaktır. Bilirsiniz ki, ekonomik
açıdan zayıf bir yapı fakirlikten kurtulamaz, kuvvetli  bir uygarlığa,
refah ve mutluluğa kavuşamaz, sosyal ve siyasal felâketlerden yakasını
kurtaramaz. Memleketin yönetimindeki başarı da, ekonomisinde edinilen
bilgiler derecesiyle uygun olur. Hiçbir medenî devlet yoktur ki, ordu
ve donanmasından önce iktisadını düşünmüş olmasın. Memleket ve
istiklâl savunması için varlığı gerekli olan bütün kuvvetler ve
araçlar ekonominin genişleme ve açılmasıyla mükemmel olabilir.

Milletimizin özünde bulunan kuvvetli karakter, sarsılmaz irade, ateşli
milliyetçilik, iktisadî başarıdan kaynaklanacak verimlerle de hak
ettiği derecede desteklenmek zorundadır. Yüzyılın içindeki mücadelede
milletimizi başarılı kılacak bir ekonomik hayat sağlanmasını amaç
edinen genel öğretim ve eğitim sistemlerimiz, her gün daha çok
gelişecek ve elbette başarılı olacaktır.

Efendiler! Artık bugün hayat ve insanlık gerekleri bütün gerçekliğiyle
ortaya çıkmıştır. Bunlara karşı olan söylentiler ahlâk ve inanca
uymaz. Gerçek ortaya çıkınca yalan ortadan kalkar. Boş sözler,
uydurmalar kafalardan çıkmalıdır. Her türlü yükselme ve olgunlaşma
yeteneği olan milletimizin, sosyal ve fikrî inkılâp adımlarını
kısaltmak isteyen engeller derhal yok edilmelidir. Efendiler! Son
sözlerimi özellikle memleketimizin gençliğine yöneltmek istiyorum:

Gençler! Cesaretimizi destekleyen ve devam ettiren sizsiniz. Siz
almakta olduğunuz eğitim ve anlayış ile, insanlık yüksek karakterinin,
vatan sevgisinin, düşünce hürriyetinin en kıymetli örneği olacaksınız.

Ey yükselen nesil! Gelecek sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk, onu
yükseltecek ve devam ettirecek sizsiniz.

Arkadaşlar, bu gazilik ve şehitlik diyarını terk ederken "Şehit
Asker"i hep beraber saygıyla selâmlayalım.

Kaynak: Hâkimiyet-i Milliye,: 31.08.1924

Fotoğraf: Esat Nedim Tengizman








FaceBook Digg Del.icio.us
Reddit Mixx StumbleUpon
Google Yahoo Diigo
Twitter MySpace Furl





Ana Sayfa | Teşekkürler | Kullanım Şartları | Gizlilik | İletişim | RSS
Web Hosting Natro.com
Powered by www.minibilisim.com.tr

SİTE İÇİ ARAMA
Gelişmiş Arama
PAYLAŞIM
FaceBook Twitter
Yahoo Google
MySpace StumbleUpon
KÖŞE YAZILARI
İşte Atatürk
3 Yaşındayız...
İşte Atatürk
30 Ağustos Zafer Bayramı'nız Kutlu Olsun

ZİYARETÇİLERİMİZİN IP KONUMLARI

bilgi için haritaya tıklayın
ÇEVRİMİÇİ ZİYARETÇİLERİMİZ
Şu anda
13
konuk çevrimiçi.

SORU/CEVAP


BİZE LİNK VERİN

Bize link vermek için aşağıdaki kodu kopyalayıp sitenizde kullanabilirsiniz.

<a href="http://www.isteataturk.com" target="_blank"><img
src="http://www.isteataturk.com/banner/isteataturk.gif"
alt="isteataturk.com" width="200" height="60" border="0"
longdesc="http://www.isteataturk.com" /></a>



LİNKLER
atam.gov.tr
ttk.org.tr
tdk.gov.tr
akmb.gov.tr
tsk.tr
Prof.Tankut Öktem

GAZETELER
Gazeteler için tıklayın


Bsb-forum mesaj listesiyle ilgili daha fazla bilgi