[Turkmath:8553] Fwd: FW: (Bagimsiz Rehberler) NEŞET ERTAŞ : "BÜTÜN DÜNYA ENİNDE SONUNDA BİRLEŞECEK..."

Semail ULGEN YILDIRIM sulgen at gmail.com
26 Eyl 2012 Çar 09:42:57 EEST


------------------------------
Date: Tue, 25 Sep 2012 11:17:06 -0700
From: yalcinulukaya at yahoo.com
Subject: (Bagimsiz Rehberler) NEŞET ERTAŞ : "BÜTÜN DÜNYA ENİNDE SONUNDA
BİRLEŞECEK..."
To: balmsz-rehberler-platformu at googlegroups.com;
turizmgonulluleri at yahoogroups.com

NEŞET ERTAŞ : "BÜTÜN DÜNYA ENİNDE SONUNDA BİRLEŞECEK..."

Abdal geleneğinden gelen büyük usta Neşet Ertaş: Evcilik oynadığım kıza
âşık oldum ben, ondan sonrasında âşık bir çocuk oldum. Gittiğim her yerde
âşık oldum.

Türkiye'nin büyük ozanı N
eşet Ertaş, "Abdalların şapkasız dolaşması olacak iş değildi, saygısızlık
olarak kabul edilirdi. Bizler saçımızı tarayıp da insan içine başı açık
çıkamazdık, kabul edilmezdi. Şapka takmak da yetmezdi, kaşımıza kadar
indirirdik, gerisini siz anlayın..." demişti.

Müziğiyle ve kimliğiyle 70 yıldır yürüyen bir Abdal, Neşet Ertaş 4 Nisan
2008'de Agos'ta yayımlanan Erol Mutlu ve Ulaş Tosun ile söyleşisinde şöyle
konuşmuştu:

* Abdal müziğinin önemli bir kaynağı olan babanız Muharrem Ertaş'tan
başlayalım isterseniz.

Abdallarda 5-6 yaşına gelen erkek çocukları düğünlere götürmeye başlarlar.
Önce boş durmaması için bir zil verirler eline. Köçeklik yapılırdı bizim
memlekette. Erkek çocukları böyle başlardı, biraz büyüyünce kaşıklarla
oynarlardı. Bu süre içinde bizim cemlerde, cemiyetlerde nasıl oturulur
kalkılır, gözlemlerlerdi. Yaş 11-12'yi geçtikten sonra da kabiliyeti gereği
saz, keman, davul, birini alır, devam ederdi. Hiçbirine yeteneği yoksa
köçekliğe devam ederdi. Babam da ustasından dinlediği türküleri, bozlakları
havalandırarak başlamış. Kendisi cemlere zakir olarak katılırdı. Dedenin
yanında Pir Sultan Abdal'dan, Hatayî'den deyişler çalıp söylerdi. Babamın
bu yönü cemlerimizde kalırdı. Cem dışında semah çalıp söylemezdi. Düğünlere
gidilince, dışarıya göre hareket edilirdi. Karacaoğlan, Âşık Kerem gibi
Abdal kanalından gelen ozanların türkülerini havalandırırdı. Abdal geleneği
çok eskilere dayanan bir kanaldır.

*Kökeninizi, size neden 'Abdal' dendiğini babanızla konuşur muydunuz?

Birbirimize bir şey dememize gerek olmazdı. Her vardığımız yerde "Abdallar
geldi, Abdallar gitti" derlerdi; artık üstlenmiştik bunu. Ülkemizdeki
çeşitli milletleri sayarlar, en son "Cingan" derlerdi. Biz Cinganlardan bir
önce gelirdik; 'Dertli Yoldaş' adlı türkümde de söylemiştim: "Zengin isen
ya bey derler ya paşa / Fukara isen ya Abdal derler ya Cingan, hâşâ." Bize
de davul-düğün çalgıcıları, Abdallar derlerdi. O dönem pek bilemezdik ama
sonradan okuduğumuza göre Horasan'dan gelirmiş Abdallar.

*Siz müziğe nasıl başladınız?

Beni 6 yaşındayken zille başlattı babam. Hem köçeklik yapardım, hem zil
çalardım. Darbuka da çalardım. Babam saz çalardı, ben onun yanında saz
çalamazdım. Abim keman çalıyordu, ben de cümbüşe başladım.

*Köçeklik yapmayı bırakmanız nasıl oldu?

Tatsız bir olay sonucunda oldu. Kırıkkale'de bir köye gitmiştik, fasıl
etmemiz gerekmişti. Babam oynamamı teklif etti, saygıyla kabul ettim. Bu
arada bir ses kulağıma geldi: "Vah yazık, pek gencimiş" gibilerden. Ritim
zillerini babamın önüne koydum. Anladı. Bilirdik birbirimizi, arif insandı,
hiçbir kelime söylemedi. O da üzüldü böyle bir davranışa maruz kalmama.

*Bir röportajınızda "Gezdiğimiz yerlerde kimse bizimle arkadaşlık etmezdi"
diyorsunuz.

Gittiğiniz köylerde yaşıtlarınızla ilişkiniz nasıldı?
Abdal köylerinde kendi yaşıtlarımla oynardım. Ancak ben babamın
arkadaşıydım, bir köye gittiğimizde babam saz çalardı, ben de yanında
olurdum. Fazla yük olmamak için uzun süre kalmazdık. Çok fazla arkadaşlık
edecek durum olmazdı. Çocukluk yaşımı yaşayamadım. Bir gün bir köyde
çocuklarla oynadığım sırada birinin "Biz topraktan hasıl olmuşuz, siz
fışkıdan" dediğini duydum. Bunu babasından duymuş ki bize söylüyor. Bunlar
fesat yaratan paslı beyinlerin, cahilliğin ifadeleri.

*Bu bakış açısı sizi nasıl etkiliyordu?

İnsanlar aşağılanınca incinir. Ben bunu kabul etmiyorum. Bir atasözü haline
gelmiş, "Kızı kendine bırakırsan ya davulcuya varır ya zurnacıya" diye. Bu
ne demek? Bizi bahane ederek, aşağılayarak, kızlarının gönlüne gem vurarak,
kendi istedikleri yere veriyorlar. Gençtik, gittiğimiz köylerde âşık
oluyorduk. Ama bir Abdal'ın böyle bir şey yaşamasına imkân verilmezdi.
Kendi çevremizdeki üç-beş Abdal ailesi kendi içinde evlenirdi. Diyemiyorduk
ki "Biz âşık olduk, gönlümüz başkasında." Bırakın benim gençlik yıllarımı,
bugün bile bize kız vermezler. Oğlum Almanya'da bir okul arkadaşına âşık
oldu. Kızın ailesi "Bunlar Abdal'dır" diye vermedi, kız kendi aklıyla
gelinimiz oldu.

*Sizin de böyle bir hikâyeniz var galiba...

Hangi birini anlatayım? Sadece benim değil, tüm Abdalların kaderi böyle.
Evcilik oynadığım kıza âşık oldum ben, ondan sonrasında âşık bir çocuk
oldum. Gittiğim her yerde âşık oldum. Babam da böyleydi, ikimiz de âşıktık.
Göze yasak yoktu, görüp sevdalanırdık. Anam ölünce babam beş öksüzünü
yükleyip bir hayvanın sırtına, köy köy gezerek bize ana aramıştı. Kimse
bize kızını, dul gelinini vermedi. İnsan insan olsaydı belki kardeşim üç
aylıkken bakımsızlıktan ölmeyecekti.

*Sevdalandığınız kadınlarla iletişim kurabiliyor muydunuz?

Mümkün mü? Konuşmayı bırak, ona bir dönüp de bakabiliyor muydun? Ona
baktığın bir görülsün hele... Kapısının önünden bir geç bakalım. Kafamızı
kaldırıp bakamazdık bile. Bunlar bizim için tehlikeydi [gülüyor]. Öte
yanına gitmeyin, 'Bakamazdık bile' diyorum, daha ne diyeyim?

*Babanız askerdeyken hayatınızı nasıl sürdürdünüz?

Köyün hemen hepsi "deşirme" yani dilenmeyle geçinirdi. Babam askere
gidince, köylülerden biri dedi ki "Al babanın sazını, benimle dolaş." 8
yaşındaydım. Köy köy, kapı kapı gezdik. Un, buğday, bulgur, ne verirlerse
onla geçindik. On beş köy gezdik, kimse bana demedi ki "Şu sazı bir çal,
dinleyeyim."

*Babanızla beraber hakaretlere uğradığınızda, Muharrem Usta bırakıp gitmeyi
düşündü mü hiç?

Bizim başka gelirimiz yoktu. Bu işi yapmak zorundaydık. Babam beş öksüzü
hangi duvarın dibine bıraksın da gitsin? Çaresizlik içinde kalıyordu.
İnsana yakışmayan bu aşağılamaları istese de kabul etmişti, istemese de.

*Kırşehir'den ayrılıp Ankara'ya gittiğinizde neler yaşadınız?

Ümit yokluğu içindeydik. O sıra 'radyo' diye bir şey kuruldu, toplanıp
dinlerdik. Orada dayım Hacı Taşan'ı duydum. Onun sesini duyunca, yerimde
duramaz oldum. Kimseye haber vermedim. Aldım sazı, bindim otobüse, Ankara
Radyoevi'ne gittim. İlk gün kimseyle konuşamadık. Ertesi gün nihayet içeri
girdim, Muzaffer Sarısözen hocayı gördüm, oturuyordu. Orda babamın bir
bozlağını havalandırdım. Hoca kalktı, karşı tarafa notasını yazdı.
Beğendiler. Kayıttan sonra döndüm köye. Üç ayda bir de mektup gelirdi.
Çağırırdı, söylerdim.
Sonra İstanbul'a gittim, günlerce karın tokluğuna iş aradım. Nihayet
Şençalar Plak stüdyosuna gittim. Orda çaldım, mukavele imzaladım. Kadri
Şençalar beni aldı, Beyoğlu Saz'a getirdi. Öğle ve akşam orada yemek
yiyeceğim, akşamları da saz çalacağım. Plak başına 25 kuruş alacaktım ama,
nerde... İki sene İstanbul'da böyle çalıştıktan sonra Kırşehir'e döndüm ama
tutunamadım oralarda. Ankara'ya gittim, orda pavyonlarda çalıştım.

*Ankara'daki yıllarınızda dinlediğiniz müzisyenler var mıydı?

Bayram Aracı'dan çok esinlendik. Mahzuni'yi dinlerdim, o da beni dinlerdi.
Orhan Gencebay'ı da dinlerdim, sözleri sağlam olduğu için. Davut Sulari'nin
sazını da sesini de severdim; kendine has bir tavrı vardı. Veysel'imize
saygımız var, 'şair' derim ben ona. Bir mantık olmalı insanda. Bizim
ozanlarımız kendilerini Tanrılaştırmışlar. Bunların hiçbiri doğru değil.
Sen Tanrı isen hepimiz Tanrı'yız, sen kulsan hepimiz kuluz. Neyin kuluyuz?
Gönül kuluyuz.

*O yıllarda evlendiniz. Bu konuya fazla girmeyeceğiz ama boşanmanızı
açıklarken
söylediğiniz "Eski yanıkları yüreğimden atamadım" sözünü biraz açmanızı
rica edeceğiz.

Genç yaşlarımızda hiçbir şey düşünmeden âşık oluruz. Çalışmaya başladım,
evlendim ama yüreğimdeki aşk sönmedi. Yani âşık olmadan evlendim. Bu doğru
değildi. Evlenecek bir insanın, evlenmeden evvel yaşadıklarını ruhundan
çıkarması lazım ki evliliğine yönelsin. Mutlaka yüreğe iz eden olaylar
vardır, onlar ayrı. Ben evliliğe saygıdan bahsediyorum. Keremler gibi
yanarken, bekâr hayatından kurtulmak için evlenmem gerekiyordu. Böyle
bilinçsiz adımların sonucu ayrılık oldu.

*Askerlikten sonra Anadolu'da birçok turneye çıktınız

Anadolu'da nahiye ve kazalar dahil, hep gezdim. Yorulmak nedir bilmiyordum.
Ben kendi özgür düşüncemle, kendi türkülerimi söylemeyi seçtim. Deyiş
söyleyebilirdim ama deyişler arifçedir, önemli olan cahili eğitmektir.
Bütün kötülükler cahillikten kaynaklanıyor: "Suçun sorumlusu ruhtur,
vücudun günahı yoktur."

*Birlikte oturduğunuz bir gece siz türkü söylerken Zeki Müren'in başını
duvara vurarak ağladığını duymuştuk. Sizin hiç ağladığınız oldu mu?

Ben 2-3 yaşlarında evcilik oynarken âşık olduğum o kıza söylediğim türküyü
baştan sona bitiremem; "Bugün bana bir hal oldu / Yardan kara haber geldi."
Kuru kuru, belki kendimi kontrol edip söyleyebilirim, içkili olursam
söyleyemem. 'Hata Benim' albümünde de bir yerde takıldım. O albümdeki
türküler bir nokta üzerindedir. Kendimizi bildik, hatalarımızı anladık, af
diledik, kabul edilirse...

*Çocukluğunuzda, gençlik döneminizde, hatta Ankara'da "yalnız" olduğunuz
anlaşılıyor

Doğru. Benim ayağım yalın, karnım açtı. Çocukluğum, gençliğim böyleydi.
Ankara'nın kalabalık caddesinde bir yoksul gördüm mü ona ne gerekiyorsa
verirdim. Böyle bir dünyam vardı. Kaç kişiyi evlendirdim, bilmiyorum.
Zaman oldu parmaklarım durdu. Evvelden de çalarken ufak tefek olurdu ama
"Kalsın" derdim. Alkol, gıdasızlık... Sabah kalktığımda aç karnına bir dolu
bardak susuz rakı içmezsem kendime gelemiyordum. Bizim sanatta nereye
gitsen önce içki gelir. Ankara'da pavyondayım, perdeye basmak istiyorum,
basamadım. Korkularım da var, evvelden. Gövdemden bir su boşaldı, sahneden
indim. Hacettepe Hastanesi'nde hemen müdahale edecek imkân yokmuş.
İsviçre'den bir doktor gelmiş. Sabaha karşı evini bulduk. Masaya yatırdı
beni, ucu iğneli telefon fişi gibi bir kabloyu parmaklarıma soktu, cereyan
verdi, "Başka bir şey yapamam" dedi. Evimin kirasını ödeyemedim. Bir
tanıdığa anlattım, "Böyle böyle" diye. Kravatını düzeltti, "Hı, hı" dedi,
gitti. Sonra kardeşimin gönderdiği bakım kâğıdıyla Almanya'ya gittim.
Gurbetçilerin geçtiği köprüden aynı şekilde ben de geçtim.

*Hastalığınız sırasında yakın çevrenizin gösterdiği vefasızlığı neye
bağlıyorsunuz?

Bu insanların ruh yapısına bağlıyorum ben. Karacaoğlan ne demiş? "İyi günde
yaren, yoldaş çok olur / Dar gününde dost bulunmaz, nedendir?" Çalıp
söyleyemiyordum, evden çıkmak zorunda kaldım. Çocuklarım analarının
yanındaydı. Tedavi Almanya'da da 5-6 ay sürdü. O sürerken de düğünlere
gidiyordum, bize ekmek lazımdı. Buradan gittiğimde çok etkilendim. 20 küsur
sene Almanya'da kaldım. Evime gelmek şöyle dursun, bir gün bir telefon
eden, "Öldün mü, sağ mısın?" diye soran olmadı. Aha, geldim, gidiyorum,
duymadım. Hâlâ yok. İki-üç senedir, Telif Hakları Kanunu çıktı da
türkülerimi okuyacak birisi olursa Kalan Müzik'i arıyor, firma da bana
soruyor.

*TRT'den arayan oldu mu?

Yok. Ben radyoya imtihanla girmiştim, ayda iki defa 15'er dakika program
hakkı verdiler bana. Nida Tüfekçi Ankara'ya Halk Müziği Şube Müdürü olarak
gelmişti, ilk işi bizi dışarıya atmak oldu. Âşık Veysel'in bütün
türkülerini, benim türkülerimi listeden çıkartmış, 5 tane türkümü
bırakmışlardı. Bir daha radyoya uğramadım. Şimdi yenilik yapmak zorunda
kaldıkları için benim türkülerimi de ekliyorlar.
Almanya'da evimdeyim [gülüyor], TRT'de "rahmetli Neşet Ertaş'tan alınan şu
türkü" deniliyordu. "Gitse de kurtulsak" mı diyorlar, nedir? Kimseye bir
zararım da yok, kimsenin türküsünü çığırmıyorum. Alnımızda "ayrı bir
millettir" diye yazmıyor. Herhalde ölmemizi istiyorlardı, ama bizden evvel
gittiler [gülüyor].
55 senedir sahnedeyim, türküler veriyorum. Biz bir renkiz, ben de bu
ülkenin bir sanatçısıyım. TRT halkın vergileriyle yaşayan bir kanal. Benim
diğer kanallarda, şov programlarında ne işim var? Şov sanatçısı mıyım ben?
70 yaşına gelmişim...

*Bu nedenle mi "devlet sanatçılığı"nı kabul etmediniz?

Ne demek devlet sanatçılığı? Hepimiz bu devletin vatandaşıyız, bu
memleketin sanatçısıyız. Ayrıca bir "devlet sanatçısı" ne demek? Ben burada
bir "ayrım" gördüğüm için kabul etmedim.

*Siz Almanya'da iken burada türküleriniz okunuyordu, çoğaltılıyordu,
kasetleriniz korsan basılıyordu

O saygısızlıklar maalesef ruhumu çok yıprattı. Neler neler... Yarım asır
geçmiş, firmanın sahibi ölmüş, oğluna geçmiş; o ölmüş, onun oğluna... Burada
Kalan Müzik'e teşekkür ediyorum. Ortada, ayaklar altında kalmış eski
plakları derledi, topladı, düzgün bir şekilde yeniden sundu. Bazı
kanallarda görüyordum, türkümü söylüyorlar, adımı söylemiyorlar. "Bu türkü
kime ait?" diye soruyor, kimisi "Naçizane" diyor [gülüyor]. Bunlar da beni
rahatsız etti, bahane oldu, geldim. Harbiye konserinde şaşırdım oranın dolu
olduğunu görünce; sevindim de tabii. Bu cesareti de Hasan [Saltık] sağladı,
ona borçluyum bunu.

*Son dönemde, geçmişten farklı olarak, genç, üniversiteli, müzikal açıdan
daha seçici bir dinleyici kitlesinden ilgi görüyorsunuz

Tabii, Anadolu'da, her yerde bunları görüyorum. Üniversiteler özel
konserlere davet ediyorlar, gidiyorum. Konser bitiyor, etrafıma
doluşuyorlar, sorular soruyorlar. Ben söylediğim türkülerin sözlerini
"Sorusu da cevabı da içinde" olarak söyledim. Gençler, talebeler bunun ne
olduğunu anlıyorlar. Yıllar önceki konserlerimde yaşlılar, orta yaşlılar
olurdu. Bugün ise daha ziyade gençler dinliyor.

*Abdal ve Bektaşi kimliğinizi daha rahat yaşayıp ifade edebildiğinizi
düşünüyor musunuz?
Evet. Madem "şu, şu" dendi, ben Abdal'ım, neslim de Abdal. Yani şu Laz, şu
Kürt, şu Çerkez, Tatar ise, beni zaten -ben söylemeden- karşımdaki
söylüyor: "Abdallar" diyor, ben de "Evet, Abdal'ım" diyorum, "benim adımı
sen koydun." Ben diyorum ki, insan ve insanoğlu var. Bunlara ayrı ayrı isim
takmak suçtur. Bu bir ayrımcılıktır, doğru değildir. Kim söylediyse suç
işlemiştir. Bir aşağılık, bir yukarılık... Bu ayrımcılığın sonu kavgadır,
kavganın kârı var mı?
Birbirine düşman olan Fransa, Almanya, öteki beriki gelmişler bir araya,
insanca anlaşmışlar, sınırlarını açmışlar birbirlerine, ne güzel. Bütün
dünya eninde sonunda birleşecek.

*İzmir'de günleriniz nasıl geçiyor?

Müstakil bir evim var orda. Aşiretler geliyorlar, oturuyok, dertleşiyok.
Bir de küçük bahçem var. 11-12 çeşit meyve dalı diktim, onlarla vakit
geçiriyorum. Kanaryam Almanya'da kaldı. Hep bir kanaryam olurdu. Serbest
bırakırım; kafesi vardır ama kapısı açıktır, yemini yer, çıkar. Onu
bağlayamam ben. Kuşların en güzel seslisidir o.

*İstanbul'dan Kırşehir'e döndüğünüzde üzücü bir olay yaşamışsınız

Her sabah kalkar çarşıya giderdik, akşam olmadan da evimizin ihtiyacını
alır, dönerdik. İstanbul'dayken gördüm, orda herkes birbirine denkti. Ona
sebep, ben de Kırşehir'de şapka takmamıştım. Yolun kenarında cami vardı.
Yaşlılar caminin kenarında oturuyorlardı. Dönüşte caminin önünden geçerken
çocuklar beni taşlamaya başladılar, Bağbaşı mahallesinde şapkasız geziyorum
diye. O tarihlerde Abdalların şapkasız dolaşması olacak iş değildi,
saygısızlık olarak kabul edilirdi. Bizler saçımızı tarayıp da insan içine
başı açık çıkamazdık, kabul edilmezdi, hazmetmezlerdi. Şapka takmak da
yetmezdi, kaşımıza kadar indirirdik, gerisini siz anlayın...
Düğün-derneklerde de sürekli şapka takardık. Abdal olmayan herkes, büyüğü
de küçüğü de bizim ağamızdı. Onlara hürmet göstermek zorundaydık. Beş
yaşında bir çocukla bile "Ağamın oğlu, ağamın kızı..." diyerek konuşurduk.

*Taşlanma olayından babanıza bahsettiniz mi?

Bahsetmedim, bahsetsem ne olacak? O da bilirdi. Biz onlara muhtaçtık. Onlar
düğününe çağıracak ki biz çalıp bahşiş alıcaz. Kimi şikâyet edelim? Öyle
bir cesaretimiz yoktu, aç kalırdık. Ondandır ki ayrıldım o topraklardan.
Çeşitli türkülerde de isyan ettim buna.

*Sizin kadına bakışınız farklı. "Kadınlar insandır, biz insanoğlu"
diyorsunuz. Geldiğiniz kültürde de böyle midir, yoksa bu sizin şahsi
görüşünüz mü?

Kendi görüşüm bu. Bektaşi'yim ben, deyişler çocuğuyum. İnsanlara doğruyu
onların anlayacağı şekilde söylemek gerekiyor. Şu kısa ömürde insanlar
dünyaya geliyor, nereye geldiğini bilmeden gidiyor çoğu: "Vücut ölür ama
ruhlar ölmez / bunca mahlûkat var, hiçbiri gülmez / Cehennem azabı zordur
çekilmez / Azap çeken hayvanları görmeli." Kendi doğrularımı söylüyorum...

*Abdallarda kadın müzisyenler var mı?

Yok, bizde kadın müzisyen yok. Çalmazlar da, okumazlar da. Aile şeyi böyle.
Yarım asır geçmiş, şimdi bile yok. Çünkü gidip geldiğimiz yerler erkek
yerleri; düğünlere gidiyoruz. Varsa da, kendi aralarındadır.

*Kürt Abdalları duydunuz mu hiç?

Tabii, çok Kürt Abdalları var. Neden Kürt Abdalı? O da babalarımız gibi,
gitmiş, Kürt köyünün içinde kalmış, Kürtlerin düğünlerinde çalmış, Kürtçe
öğrenmiş. Onlara da "Kürt Abdalı" derler. Herkes nerede ise oranın Abdalı
olmuş, biz de Anadolu'nun Abdalıyık.

*Abdal müziği bugün yaşatılabiliyor mu peki?

Bizim çocuklarımız şapkalarının gölgesinden çıkamıyorlar. Duygusal insanlar
bunlar, davet edilmeyen yere gitmeyen insanlar. Başkaları bizim
türkülerimizi televizyon kanallarında söylüyor. Bizimkiler o cesarete sahip
değiller. Eskiden düğünlerde "Cin işi, şeytan işi" derlerdi, kimse elini
uzatmazdı saza, kemaneye, davula, zurnaya. Okula giden gençler baktılar ki
cinin de, şeytanın da fotoğrafı yok, aldılar davul-zurnayı, sazı ellerine.
Bizimkiler aç kaldı. Tahsilleri yok, aç kalanlar da dağıldı her tarafa.
Benim bütün hısım-akrabalarım İzmir'e gelmiş.
Şimdi hanımlar ev temizliğine gidiyorlar, kalanlar da hanımlarının yolunu
bekliyor, bir cigara parası getirecek diye. Kendi mesleklerini
yapamıyorlar. Bu gelenek, bu kaynak yok oluyor tabii. Abdallar dağıldı
gitti. Bu türkülerin kaynağı kuruduğu zaman bu kültür ölmüştür.
Bu kültüre Kültür Bakanlığı'nın el atması lazım. Bakanlığın, Türkiye'nin
dört köşesindeki kaynakların özüne inmesi lazım. Abdallara aylık verilmesi
lazım, "Siz bu kültürde doğal olanı devam ettirin" denmesi lazım. Benim
ricalarımla Kırşehir'den ve Keskin'den 15'er kişi bakanlığa alındı.
Sözleşmeliler; kadroya alınmadılar daha. Bu insanların tahsili yok. Gençler
okuyor ama bu sefer de sazı bırakıyorlar. Saz bize ecdattan gelen bir
kanaldır, kaybolmaması gerekiyor.

"ABDALLAR VE NEŞAT ERTAŞ HAKKINDA"

Terim olarak "gezgin, derviş, deli, sofu, veli, mecnun, divane, şaşkın"
gibi anlamlar barındıran 'Abdal' sözcüğü, IX. yüzyıldan sonra tasavvufi bir
anlamda da kullanılmıştır. Yerleşik inanç sisteminin dışında konumlanan,
Kalenderilik ve Bektaşilik ile sıkı bir ilişki içinde biçimlenen bu
topluluk, Anadolu'da aşiret yapısı içinde örgütlenmiştir. İnançları ve
ayinleri açısından büyük oranda Anadolu Aleviliği kapsamında yer alırlar ve
diğer Alevi zümreleri ile ortaklıklar gösterirler. 'Türkmenlik' gibi tek
bir etnik kökene indirgenemeyecek kadar karmaşık bir tarihi olan Abdalların
-kimi ortak özellikler taşımakla birlikte- Çingenelerden de ayrı bir etnik
yapıları olduğu düşünülmektedir. Bazı yerel araştırmaların ortaya koyduğu
verilerden hareketle, Abdalların "gizli" ve "özel" bir dilleri olduğu da
söyleniyor.
Başta Orta Anadolu (Kırşehir, Yozgat, Konya, Kayseri, Keskin), Çukurova
(Toroslar, Adana), Doğu (Antep, Diyarbakır, Maraş) ve Ege illeri olmak
üzere ülkenin birçok yerine dağılmış olan bu göçmen topluluk, günümüzde
büyük oranda yerleşik hayata geçmiş bulunuyor. Anadolu'da elekçilik,
sepetçilik, kalaycılık, nalbantlık, davulculuk gibi el sanatlarıyla uğraşan
Abdalların en yaygın mesleklerinden biri "çalgıcılık", yani müzisyenlik.
Abdalların bulundukları yerlerde dışlandıklarına, marjinal bir hayata
hapsedildiklerine dair birçok veriden bahsedilebilir. Bu duruma yoksulluk,
kendini topluma uyarlamak için kimliklerini törpülemek ya da kapalı
mahallelerde "savunma" duygusu ile yaşamak gibi olguları eklemek de mümkün.
Dolayısıyla, hâkim toplumsal yapıya kendini adapte etme çabası, sonuçları
itibariyle bir asimilasyon sürecine dönüşme tehlikesi taşıyor.
Abdalların yaygın uğraşlarından olan müzik üretiminin önemli kanallarından
biri Kırşehir bölgesinde karşımıza çıkmaktadır. Bulduk Usta ve Yusuf
Deveci'nin yanında çıraklık eğitimini aldıktan sonra kendi özgün yorumuyla
bir ekol oluşturan Muharrem Ertaş (1913-1984) bu zincirin önemli bir
halkasını temsil ediyor. Onu Hacı Taşan, Çekiç Ali gibi yerel sanatçıların
takip ettiğini belirtelim. Abdal müziğini yerel üretimin sınırları dışına
çıkaran ve geniş dinleyici kesimleriyle buluşturan ilk popüler isim ise
Neşet Ertaş olmuştur.
Neşet Ertaş 1938'de Kırşehir'in Kırtıllar (Tırtıllar) adlı bir Abdal
köyünde doğdu. Daha çocukluk döneminde, 5-6 yaşlarında iken "köçek" olarak
babasının yanında düğünlere giden Ertaş, ihtiyaca göre zil, keman, cümbüş
gibi enstrümanlar çaldı; daha sonra bağlamayla devam etti. Gururu kırıldığı
için köçekliği bırakıp Ankara'ya gitti; yıllarca pavyonlarda, düğünlerde,
turnelerde müzik yaptı, İstanbul'da plaklar doldurdu. En sevilen
şarkılarını bu dönemde besteledi. 1978 yılında alkol nedeniyle sağlığı
bozuldu, tedavi için Almanya'ya gitti ve yıllarca dönmedi, hatta öldüğü
yolunda haberler çıktı. 1999 yılında Kalan Müzik, Ertaş'ın bütün eserlerini
bir CD külliyatı olarak yayınlamaya başladı. Müzik yaşamıyla üç kitaba konu
oldu: B. Bilge Tokel, Bir Neşet Ertaş Kitabı, (Akçağ Yay., 1999); Ö. Özcan,
Neşet Ertaş: Yaşamı ve Bütün Türküleri, (Simurg, 2001); H. Akman, Gönül
Dağında Bir Garip, (İş Bankası Kültür Yay., 2006). Neşet Ertaş hakkında,
Can Dündar tarafından hazırlanmış bir belgesel film de (Garip: Neşet Ertaş
Belgeseli, Kalan Müzik, 2005) bulunuyor.

http://t24.com.tr/<http://www.facebook.com/l.php?u=http://t24.com.tr/&h=wAQF8eHNx&s=1>
/
25 Eylül 2012


-- 
Bu mesajı şu gruba üye olduğunuz için aldınız: Google
Grupları "Bağımsız Rehberler Platformu" grubu.
Bu gruba posta göndermek için , mail atın :
balmsz-rehberler-platformu at googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin:
balmsz-rehberler-platformu+unsubscribe at googlegroups.com
Daha fazla seçenek için,
http://groups.google.com.tr/group/balmsz-rehberler-platformu?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
Tum postalar dogrudan, tutulmadan gruba yonlendirildigi icin, bu iletilerin
hukuki sorumluluklari o iletileri gonderen kisilere aittir.
-------------- sonraki bölüm --------------
Bir HTML eklentisi temizlendi...
URL: <http://yunus.listweb.bilkent.edu.tr/cgi-bin/mailman/private/turkmath/attachments/20120926/d05f77c3/attachment-0001.html>


Turkmath mesaj listesiyle ilgili daha fazla bilgi