[Turkmath:2198] Re: Fwd: bir kitabınız hakkında

Mehmet Can mcan at ius.edu.ba
Tue May 2 08:41:38 UTC 2017


Değerli Meslektaşlarımız
Bilim felsefesi ve medeniyet tartışmaları elbette ki bu gurubun esas meselelerindendir.
Buna dayalı dil tartışmaları da. Türkçe'nin evrimi konusunda farklı dünya görüşlerine bağlı olarak farklı eğilimler olmasi doğaldır.  Diğer toplumlarda da öyledir.
Genellikle toplumlarinin geçmiş kültür mirasindan yeni nesillere aktarılacak fazla bir şey olmadığına inananlar, dilin kültür mirasını anlasilmasina imkan vermeyecek şekilde baskalasmasinda beis görmezler.


Mehmet Can
_____________________________________
Prof. Dr. Mehmet Can
The University Information Technology Center

INTERNATIONAL UNIVERSITY OF SARAJEVO
Hrasnicka cesta 15, 71000 Sarajevo, B&H
Phone: +387 33 957 150 ; Fax: +387 33 957 105
mcan at ius.edu.ba   ius.edu.ba/mehmet-can
________________________________
From: Turkmath <turkmath-bounces at listweb.bilkent.edu.tr> on behalf of Dr Sadi IŞIKLILAR <sadi.isiklilar at gmail.com>
Sent: Thursday, April 6, 2017 10:52:04 AM
To: 'Serpenche'; 'Timur Karacay'
Cc: turkmath at listweb.bilkent.edu.tr
Subject: [Turkmath:2196] Re: Fwd: bir kitabınız hakkında

Sayın Serpenche,

Ben Timur Beyin inançsız bir insan olduğunu hiç düşünmemiş, bu hususta imâda dahi bulunmamıştım. Bir kimsenin imânını da kat'iyen bahis mevzuu etmem, hâddim değildir. Sadece, ensest evliliğin moda olduğu Roma karanlığının, İslam Medeniyetinin üst derekesine çekilmesine üzülmüştüm. Müslümanların, ayın ve güneşin hareketleri, kâinatın gittikçe genişlemekte olduğu hakikâtını Kur'an-ı Kerim'den öğrendikten 1000 sene sonra dünyanın döndüğünü iddia eden âlimlerin afaroz edildiği, yakılıp öldürüldüğü karanlık Avrupa medeniyetinin İslam medeniyetini tahkir edercesine savunulması, elbette üzücü ve mânidardır. Binlerce İslam mütefekkirinin isminin anılmayıp, aristoların bile ilmî kitaplarda adının yer alması, gafletimizin bir eseridir. Bu gafletin bertarafına çalışıyoruz. Türkçenin lisâni yapısının muhafazası da buna dâhildir. Meselâ, sanayi kelimesi yerine endüstri, iktisat yerine ekonomi, misâl yerine ermenice örnek  denmesinin gafletten başka neyle izâhı olabilir? İstihsâl, imalât, istihraç gibi kelimelerin atılıp yerine tek bir üretim kelimesinin getirilmesi saçmalığı da nedir?

Matematikçisiniz. Sıfır sayısını Avrupa'ya öğretenlerin Müslümanlar olduğunu ve bu sayede Avrupa'nın romen rakamlarını terk ettiğini ve hesap yapmayı öğrendiklerini bilirsiniz.

Ayrıca bu şahsi mevzuun bu platforma taşınmasının müsebbibi de ben değilim.

From: Serpenche [mailto:serpenche at gmail.com]
Sent: Wednesday, April 05, 2017 7:36 PM
To: Timur Karacay
Cc: turkmath at listweb.bilkent.edu.tr; Dr Sadi IŞIKLILAR
Subject: Re: [Turkmath:2147] Fwd: bir kitabınız hakkında

Muhterem Dr. Işıklılar,

Evvelâ, "uydurukça" derken siz de uyduruk bir kelime kullanmış olmuyor musunuz?

Sâniyen, kim karar veriyor neyin "uyduruk" olduğuna?

Sâlisen uslûbunuz konusunda hiç tefekkür buyurdunuz mu? İnanmayan bir insana Kur'an-ı Kerim'den, parmağım kör gözüne dercesine delil getirmenin faydası/manası nedir?


2017-04-03 22:54 GMT+03:00 Timur Karacay <tkaracay at listweb.bilkent.edu.tr<mailto:tkaracay at listweb.bilkent.edu.tr>>:

Sayın Dr. Işıklılar,
İlmin mahiyeti hakkında yazmak lütfunda bulunduğunuz ve muhtemelen vahyedilmiş  fikirleinizi bendenizin anlaması olanaksız.
Haklısınız anlamadan okumuşum! Çocukken kuranı hatmetmiştim. Hâlâ ne işe yaradığını düşünmekteyim. Büyüyünce en iyi tercüme sayılan Elmalı'nın mealini okudum. Tevratı ve İncl'i de okudum. Teşhisinize katılıyorum, onları sizin anladığınız gibi anlayamamışım.
Zaten kitap haline getireceğinizi söylediğiniz ilmi hakikatlerinizi bütün matematikçilerin biimesinde sakınca görmeyeceğinizi düşünerek listeye gönderiyorum.
Umarım, benim anlayamadığım yaratılmış vahiy bilgileri anlayanlar çıkacak ve bana 36,5 yılda ancak bir kez doğru gösteren hicri takvimin neden en iyi takvim olduğunu öğretecektir.

Saygılarımla,
Timur karaçay
::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::


-------- İletilmiş İleti --------
Konu:

bir kitabınız hakkında

Tarih:

Mon, 3 Apr 2017 17:43:55 +0200

Kimden:

Dr Sadi IŞIKLILAR <sadi.isiklilar at gmail.com><mailto:sadi.isiklilar at gmail.com>

Kime:

tkaracay at baskent.edu.tr<mailto:tkaracay at baskent.edu.tr>




“Einstein’in görelilik kuramı” diye uydurukça bir başlıkla (doğrusu: EİNSTEİN’in İZAFİYET NAZARİYESİ)  adlı kitapçığınızın 40. Sayfasında, Müslümanların iyi takvimler  yapamadıklarını yazmışsınız. Roma’nın ise, güneş hareketlerine dayalı takvimi başarılı bulmuşsunuz.

Anlaşılan Kuran’ı iyi yahut hiç okumamışsınız. Buyrun:


55:5 - Güneş de ay da bir hesap iledir.

10/5 - ….  Seneleri ve 'hesabı' bilesiniz diye, Ay'a menziller (duraklar) takdir etti.

Gerçek takvim güneşe değil, ay sistemine dayanır. Ve Müslümanlar kullanılır. Güneş takviminden daha üstündür. Biraz araştırma ile öğrenebilirsiniz.

Bu mühim hata ve kitap lisanınızdaki uydurukça kelimeler yüzünden kitabınızı okumayı 40. Sayfasında bıraktım.

Bu da benim aynı mevzuda yakında neşretmeyi düşündüğüm bir kitabın birkaç sayfası….

(lisana dikkat!)



Dr Sadi IŞIKLILAR

İLMİN MAHİYETİ VE KAYNAKLARI
İlmin Mahiyeti

İlim, ilmî malûmatın (ilmî bilgilerin) mecmuuna verilen isimdir. İlmi bilgi ise, umumi geçerliliği bulunan bilgi demektir. İlmi, adi bilgiler toplamından ayıran temel hususiyeti, ilâhi olması, başka ifade ile yaratılmış olmasıdır. Adi bilgiler ise insan tarafından derlenmişlerdir. Hiç şüphesiz adi bilgiler de insan için faydalıdır, fakat mekân ve zamanda farklılık gösterebilir. Meselâ iktisat, fiyat, arz ve talep, ihtiyaçlar, ferdi ve milli gelir ve giderler, yatırımlar, faizler, istihdam, üretim ve inkısam gibi mevzularda insan tarafından oluşturulmuş bir takım adi bilgilerden teşkil eder. Bu sebeple iktisat, bir ilim değildir. Bu türlü, belli alandaki adi bilgiler mecmuuna ise Disiplin adı verilir.

İnsan, ilm’i bilgileri tespit edip ortaya çıkarır; zira bu tür bilgiler yaratılmış olduklarından zaten mevcutturlar; insanoğlu araştırması sonucu bunları tespit eder.

İlmin Kaynakları

İnsan, ilmi araştırmaları neticesinde ilmi bilgileri elde etmesi ve dolayısıyla yaratıldığını ifade ettiğimiz ilme ulaşmasında şu kaynakları kullanır:

a) Vahiy

b) Tefekkür

Şimdi bu kaynakları sırası ile tetkik edelim:

Vahiy, en sağlam bilgilerin elde edildiği kaynaktır. Ancak vahiy, nebilere mahsustur. Vahiy, Allah’ın nebilere bildirmesidir. Nebiler de bunları insanlara bildirir. Vahiy kapsamındaki bilgilerin bir kısmı doğrudan din kitabında yer alır. Meselâ, kâinatın gittikçe genişlemekte olduğu Kur’anda yer almaktadır. Ne var ki, tüm ilmi bilgiler vahyedilmediği gibi, artık vahiy yolu kapalıdır. Bu sebeple insan, diğer kaynaklara da müracaat etmiştir ve etmektedir.

İkinci kaynak tefekkürdür; yani bir fikre ulaşmak için düşünmektir. Tefekkür, birçok ilmi bilginin elde edilmesini sağlar. Meselâ, Nevton’un düşen elmayı görerek tefekkür etmesi, yerçekimi kanununun; Arşimed’in suyun tası kaldır-ması üzerinde tefekkür etmesi, Suyun Kaldırma Kuvveti Kanununun; Alfred Nobel’in kumlar (silisyum) üzerine dökülen sıvı nitratın patlamaması üzerinde tefekkür etmesi, dinamidin icadının ve keza Einstein’in ışık üzerinde tefekkür etmesi, izafiyetin ve E=mc2 ‘nin keşfedilmesini sağlamıştır.

İlmi bilgilerin sağlanmasında tefekkür, en önemli kaynaktır. Tefekkür sürecinde;

a) Müşahede (gözlem) ve Tecrübe (deney)

b) Muhakeme

sık kullanılan ameliyelerdir. Ne var ki müşahede ve tecrübe, sınırlı imkânlar verir. Zira müşahede ve tecrübe esnasında, bir çok tahdit edici (sınırlayıcı) faktör mevcuttur. Bu tahditler, duyu uzuvlarının kifayetsizliğinden ileri gelir. Meselâ gözler bazı dalga boyuna sahip ışınları göremediği gibi, kulaklar belli frekanstaki sesleri işitemez. Dolayısıyla müşahede ve tecrübe elbette mühimdir; ancak tam olarak yeterli değildir.

Muhakeme de tek başına yeterli değildir. Aristo’nun muhakeme ve mantığı uzun asırlar boyu rakipsiz görüldükten sonra bugün komedi olarak da kullanılmaktadır. Fakat yerinde kullanıldığında muhakeme, birçok ilmi bilginin tespit edilmesinde çok mühim rol oynar. Einstein, kendi teorisini ileri sürerken, tefekküründe, nerede ise müşahede ve tecrübe-ye hiç başvurmamış, sadece muhakemeyi kullanmıştır.

İlmi bilginin elde edilmesinde, bu ameliyeler birlikte de kullanılır. Şöyle ki; önce problem tespit edilir ve tarif edilir. Yahut bir problem mevcut değilken tamamen tesadüf eseri karşılaşılan bir olay ele alınır. Bunların üzerinde muhakeme ameliyesi tatbik edilir. Neticede bir hipotez geliştirilir. Sonra hipotezin doğruluğu veya geçerliliği müşahede ve tecrübe edilir. Yine akıl ve muhakeme yoluyla bir hükme (yargıya) varılır. Böylece bir iddiada bulunulur. Bu iddia, hipotezler ve hükümlerin gerektiğinde birden fazla müşahede ve tecrübeye alınması neticesinde red olunur veya teoreme / teoriye dönüştürülür. İşte bu artık, ilmi bir bilgidir.

Bu izahatla alakalı bir misâl verebiliriz: Bir kişi, uçmakta olan her hayvanın kanatlarının olduğunu fark etmiş olsun. Bu kişi, muhakeme ile, “Kartal uçtuğuna göre, kartalın da uçması gerekir.” diyebilir. Kişi artık şu hipotezi ifade edebilir:

Uçan her hayvanın kanatları var. (1. Önerme)

Kartal da uçan bir hayvandır. (2. Önerme)

Hipotez bu iki önermeden oluşacaktır. Ancak, önermelerin doğruluğu, müşahede ve tecrübe ile araştırılır. Yani kişi, uçan her hayvanın kanatlarının olduğu önermesinin doğruluğu ile, kartalın da uçtuğu önermesinin doğruluğu araştırılacaktır. Önermelerin ifade şekli son derece mühimdir. Doğruluk da bu ifadeye göre kesinlik kazanacaktır. Kişi, ilk önermede,  uçan her hayvanın kanatlarının olduğunu iddia etmektedir. (Kişi, kanatları olan her hayvanın uçtuğunu iddia etmemektedir. İddia bu olsaydı, tavuk misâli, iddiayı yanlış yapacaktı). O halde, uçtuğu halde kanatları olmayan bir hayvan gösterilebildiği takdirde, iddia geçersiz yani önerme yanlış olacaktır. Böylece, hipotezi teşkil eden önermelerin doğruluğu, müşahede ve tatbik edilebiliyorsa tecrübe yoluyla tespit edilmiş olacaktır. Netice olarak, yukarıda hipotezi teşkil eden her iki önerme de doğrudur.

Kişi bundan sonra, muhakeme yoluyla hükümde bulunacaktır: “O hâlde, kartalın da kanatları vardır.”

Bundan sonra yapılması gereken, hüküm (yargı) ifadesinin (önermesinin) müşahede ve tecrübe yoluyla ispatının yapılmasıdır. Yani kartalın kanatlarının olduğunun gözlemi gerekir. Var ise, “Kartalın kanatlarının olduğu” bilgisi ilmi bir bilgi olacaktır. Daha doğrusu ilmi bilgi şöyle olacaktır:

“Uçan her hayvanın kanatları olduğundan ve kartal da uçan bir hayvan olduğundan, kartal kanatları olan bir hayvandır.”

Hipotez ve bundan çıkarılan hüküm şu şekilde ifade edilebilir:

1. ifade şekli:

Uçan her hayvanın kanatları var. (Hipotezin 1. Önermesi)

Kartal da uçan bir hayvandır. (Hipotezin 2. Önermesi)

O hâlde, kartalın da kanatları vardır. (Hüküm)

2. ifade şekli:

Uçan her hayvanın kanatları vardır. Eğer kartalın kanatları varsa, kartal da uçar.

3. ifade şekli:

Uçan her hayvanın kanatları olduğundan ve kartal da uçan bir hayvan olduğundan, kartal kanatları olan bir hayvandır.

Bu süreçte temel kural şudur:

a) Hipotezin doğruluğu esastır. Zira, yanlış bir hipotezden (varsayımdan);

-          Yanlış bir muhakeme ile (tesadüfen) doğru bir sonuca gidilebileceği gibi yanlış bir sonuca da gidilebilir.

-          Keza, doğru bir muhakeme ile doğru bir sonuca gidilebileceği gibi yanlış bir sonuca da gidilebilir.

Demek ki, hipotezin yanlış olması hâlinde muhakemenin doğruluğu, sonucu (yorumu, yargıyı, hükmü) her zaman doğru yapmamakta,  yani yanlış bir yoruma da gidilebilmektedir.

b) Ancak hipotezin doğruluğu da tek başına yeterli değildir.  Zira doğru bir hipotezden, yanlış bir muhakeme ile yanlış bir sonuca gidilir.  O hâlde, doğru sonuçlara (yoruma, yargıya, hükme) ulaşmak için, hipotezlerin yanında, muhakemenin de doğru olması gerekmektedir. İlmi bilgi sadece bu durumda elde edilebilir.

Hipotezler, daha önceden ilmi bilgi mahiyeti kazanmış bilgiden (bilgilerden) oluşuyor ise, tekrar doğruluğu araştırılmaz.

 Muhakeme, akıl ve/veya fikir yürütmek, olaylar arasında sebep-sonuç münasebetini de nazara alarak bağ kurmak, bu bağı tahlil edip, kurallar tespit etmek, böylece fikri bir neticeye ulaşmak anlamına gelen bir kelimedir. Akıl,  doğruyu ve faydalı olanı tespit edebilme; zekâ ise olaylar arasında sebep-sonuç münasebetini kurabilme gücüdür.

İhtimaliyet ve Pozitivizm/Rasyonalizm

                Günümüzde bazı fizikçilerin ve mütefekkirlerin (düşünürlerin, filozofların) sebep – sonuca dayalı kesinliği başka deyişle pozitivizmi / rasyonalizmi red ettiklerini, fizik kanunlarında bile ihtimaliyetin bulunduğunu savunduklarını görmekteyiz. Buna karşı gelen Einstein, “Tanrı zar atmaz” demiştir.  Ne var ki, ilim bugünkü seviyesine, pozitivizm ve rasyonalizm ile ulaşmıştır. Bunu kimse ret edemez.

Pozitivizme karşı ileri sürülen görüşlere itibar etmek mümkün değildir. Allah, tüm kâinatta umumi fizik kurallarını yaratmıştır. Sebepler sağlandığında veya vuku bulduğunda, netice kaçınılmazdır. Allah, bizzat Kur’anda, her şeyin bir ölçü ile yaratıldığını ve üstün bir nizam bulunduğunu bize bildirmektedir. Vahyen bize bildirilen bu bilgi üzerinde felsefe yaparak, pozitivizmin yıkıldığını ileri sürmek mümkün ve inandırıcı değildir. Diğer taraftan, pozitivizmin, inkârcı maddeci ve materyalist bir düşünce şekli olduğu iddiası da doğru değildir. Hatta birçok noktada bu iki akım birbiri aleyhine karşılaşır.

Ancak, inkârcıların, bazı bilgileri (meselâ evrim teorisini) ilmi bilgi diye ileri sürmeleri, gerçeği değiştirmez. Zaten ilim ilerledikçe, Hakk’ı kabûl etmektedir. Zira keşfedilen her ilmi bilgi, nizamın kendiliğinden oluşmasının mümkün olamayacağını gerçeğini haykırmaktadır.

Hatta öylesine ki, günümüz fizikçileri, kâinat hakkında Umumi Teoriye ulaşmak için tefekkür etmektedirler. Bu öyle bir teori ki, büyük patlayışla yaratılmış olan ve tüm kâinata hâlen hâkim olan ve tüm kâinatı açıklayan teoridir. Einstein de bu teori üzerinde durmuştu. Günümüzde S. Hawking de bu teori üzerinde tefekkür etmektedir. Sorun, rasyonalizm ve pozitivizmde değil, skolâstik düşüncededir.

Skolâstik düşünce, pozitivizm ve rasyonalizmin karşısında yer alır. Burada tefekkür, müşahede ve tecrübe ortadan kalkmıştır. Artık, daha önce düşünmüş olanların düşünceleri rehber alınır. Hatta bazen, umumi efkâra bakılarak karart verilir. Meselâ bir toplumda bir şahıs çok fazla itibar görüyor ise, bazıları, bu geniş itibara bakarak kendi de itibar eder; düşünmeye, ilmi araştırma yapmaya gerek duymaz. Bu kadar genişi bir kitlenin itibar ettiği şeye kendisinin de itibar etmesi gerektiğini düşünür. Bu tehlikeli bir skolâstik düşünce tarzıdır ve hurafelerin doğmasına da sebep olur.

Meselâ, bir papazlar meclisinde, bir atın kaç dişinin olduğu hususu gündeme geldiğinde bazı papazlar, “Aristo’ nun atın kaç adet dişinin bulunduğunu yazdığını” söylemişlerdir. Buna karşılık meclisteki Mütefekkir Francis Bacon[1], “karşıda otlamakta olan atın dişlerini gidip sayabileceklerini söylemiştir.” Buna gerek olmadığı söylenmiş ise ısrar üzerine atın dişleri sayılmış, ancak tespit edilen diş sayısının Aristo’nun yazdığından farklı olduğu görülmüştür. Karanlık skolastik düşünce, Bacon haricindeki papazların “atın yanıldığını” söyleyecek kadar ileri gitmelerine sebep olmuştur.

Bu umumi tablodan sonra tekrar pozitivizme dönebiliriz. Pozitivizm, ilmi gerçekleri ortaya çıkarabilmenin ve kâinatın kavranmasının akıl, müşahede ve tahlil ile olacağını söyler. Bunun karşısında olan ihtimaliyet yaklaşımını bir tarafa bırakırsak, daha ciddi rakip, aklın tüm bu gerçekleri ortaya çıkaramayacağını iddia eden dini yaklaşımlardır. Hiç şüphesiz, ilmin önünde duvar gibi duran ve âlimleri asmaya ve yakmaya kadar varan despotizmi ile ortaçağ kilisesinin dini yaklaşımından bahsetmiyoruz. Bahsettiğimiz, bilhassa fiziğe İslami zaviyeden bakan görüşlerdir. Buna göre, tük kâinatta Allah’ın külli ve sürekli bir iradesi, koruması ve kollaması söz konusudur. Allah, bu iradesini çektiği an tüm kâinat darmadağın olacak, sistem ve nizam bozulacaktır. Elektronları ve dönen cisimleri, enerjilerini kaybetmeden dönemlerini sağlayan Allahın bu sürekli müdahalesidir. İnsan, aklı ile atomun kıyısına kadar gidebilir; içeri giremez. Girdiğinde, aklı ile atom içinde olan biteni izah edemeyecektir. Bunlara göre, materyalizm büyük bir açmazda ve çöküştedir.

Aslında, pozitivzmi materyalist yaklaşım gibi görmek hatadır. Evet, materyalistler de birçok hususta, pozitivistler gibi davranmışlardır; ancak her şeyi Allah’ın sürekli iradesine havale etmek, ilmi yaklaşıma aykırıdır. Unutulmamalıdır; elektrik, nükleer reaksiyonlar, nükleer enerji ve nükleer silahlar, tesadüfen değil, akıl ve muhakeme yoluyla keşfedilmişlerdir.

Allah’ın kâinatı ve fizik kurallarını kusursuz yarattığının, kâinatı bu kurallara boyun eğdirdiğinin, artık kâinatın bu kurallara göre büyük bir nizam içinde işlediğinin kabûlü, pozitivist yaklaşıma aykırı değildir. Bu kabûller, zaten akla uygundur.

Sözgelişi, ilmi araştırmalar, müşahede ve  tecrübeler, kâinatın gittikçe genişlediğini göstermiştir. Bu tespitler, müşahede ve tecrübelerin eseridir.  Daha sonra akıl ve muhakeme devreye giderek,  kâinat gittikçe genişlediğine göre, zamanı geri sarıp başa döndüğümüzde, kâinattaki tüm cisimlerin bir noktadan yayılmaya başladığı gerçeğine bizi götürmüştür. Böylece akıl, büyük patlamaya ulaşmıştır. Büyük patlama (yaratılış) ve kâinatın gittikçe genişlediği, zaten Kur’anda da yer almaktadır ve aklın tespitleri, Kur’ana tezat teşkil etmemektedir.

Aklın ulaştığı bir sonuç, eğer dinin bize bildirdiğine aykırı ise, pozitivizm bu noktada materyalizmden ayrılır ve aklın yaptığı yanlış tespiti, muhakeme hatasına havale ederek,  ret eder.

Fakat aklı ret etmek, ilmi ret etmektir. Kur’anda Allah bir çok ayetinde, “hiç akletmeyecek misiniz”, “hiç düşünmeyecek misiniz” diye insanları ikaz edilmektedir.
TEMEL SORULAR
Madde - Enerji Dönüşümü

Bilindiği gibi, fizikte temel iddialardan biri de, kâinatta toplam madde ve enerji miktarının sabit olduğu, bu miktarın değişmediği, ancak birbirine dönüşebildiği şeklindedir. Bunun aksi de ileri sürülmektedir. Ancak, her iki iddia da ilmi bir bilgi değildir; zira ispatı yapılamamıştır.

Maddenin maddeye, maddenin enerjiye, enerjinin enerjiye ve enerjinin maddeye dönüştüğü bellidir ve açıktır. Ancak, kâinattaki toplam madde ve enerji miktarının sabit olduğu kesin değildir. Bunun ispatı da en azından şimdilik mümkün görülmemektedir.

Kâinatı yaratılışında, miktarını ancak yaratıcının bildiği madde ve enerji kâinata verilmiş ve bu miktar sonradan hiç değişmemiş olabilir. Daha sonra, fizik kurallar çerçevesinde bunlar birbirlerine dönüşebilirler. Bu dönüşümün olduğu kesindir.

Toplam enerji ve madde miktarının sabit olmadığı ve sürekli olarak yaratıcı tarafından enerji takviyesi yapıldığını ileri sürenlerin dayanağı şu iddialardır:

Maddeyi teşkil eden atomlardaki elektronlardan başlayıp, en büyük uzay cisimlerine kadar her şey sürekli hareket hâlindedir. Bu hareket akıp gitme şeklinde veya elektronlarda olduğu gibi sürekli dönme şeklindedir. Newton’un iddialarında biri de, “herhangi bir kuvvet uygulanmadığı sürece her cisim uzayda doğrusal hareketini sonsuza kadar sürdürür” şeklindedir. Bu iddiayı daha sonra teferruatlı açıklayacağız. Büyük patlama ile hareket kazanmış her cismin uzayda herhangi bir engelle (kuvvetle) karşılaşmadığı sürece bu hareketini devam ettireceği görüşü, mantığa ters düşmemekle birlikte, bu iddiada esirin varlığı ihmâl edilmiştir.

Fakat ivmeli hareket mutlak surette kuvvet gerektirir. Başka deyişle dönme şeklindeki hareket, enerji şeklinde de olsa, kuvvete ihtiyaç duyar. Meselâ gezegenlerin güneş etrafında dairevî veya eliptik dönüşleri, keza elektronların çekirdek etrafında dönüşleri, ivmelidir ve bir enerji gerektirir. Eğer toplam madde ve enerji miktarı sabit ise, elektronların bu dönüşleri için kullandıkları enerji karşılığında toplamı sabit tutabilmek için kâinata yeni enerjiler veya maddeler vermeleri gerekir. Dikkat edilecek husus, eklenmesi gereken yeni enerji ve/veya maddelerin, enerjiyi kullanan elektronlar tarafından verilmesinin şart olmadığıdır; bu ilâveler başka kaynaklardan da gelebilir.

Bu soru, fiziğin en zor sorularından biridir ve henüz cevaplanmamıştır. Madde ve enerji toplamının sabit olup olmadığı konusunda ileri sürülen iddialar sadece birer iddia olup ilmi bilgi değildir.

Bu hususla ilgili şu izahatı yapmak faydalı olabilir:

a) Madde ve enerjinin birbirine dönüştüğü doğru olmasına rağmen, bunların toplamının sabit olduğu veya olmadığı kesinlik kazanmamıştır. İddialar ilmi bilgi mahiyetinde değildir.

b) Bu toplamın sabit olup olmadığı bilgisi mühim midir? Bizler kâinatın noktasal bir alanında yaşıyoruz ve Kâinatın çok küçük bir kısmını tanıyabiliyoruz. Kâinatın ötelerine hiçbir zaman gidemeyeceğiz. Kâinatta neler olup bitiyor, bilmiyoruz.  Böyle bir bilginin, yani toplam madde ve enerji miktarının sabit olduğu bilgisinin ne faydası olacağını da kestiremiyoruz.

c) Kâinatta, sürekli enerji ve madde kullanımı sebebiyle toplam miktarda bir azalış vuku buluyorsa, bu kâinatın ömrünün sınırlı olduğunu mânâsına gelir. Bu ise, materyalist fizikçilerin rahatsızlık duydukları bir husus olduğundan kâinatta toplam madde ve enerji miktarının sabitliği görüşünde ısrar etmişlerdir; ancak ispatlayama-mışlardır. İspatlayabildikleri, bir maddenin meselâ yanması gibi dönüşümünde ortaya çıkan yeni madde ile açığa çıkan enerjinin toplamının sabit olduğudur.

d) Toplam madde ve enerji miktarının sabit olduğu iddiası, daha ziyade materyalist yaklaşımda bulunanların iddialarından biridir. Buna karşılık, böyle bir sabitliğin ancak yaratıcının müdahalesi ile mümkün olabileceğini ileri süren fizik felsefecileri de iddialarında ileri gitmiş olabilirler. Bu müdahale; yaratıcının kâinata sürekli olarak yeni enerjiler vermesi şeklinde olabileceği gibi, enerji kullanan cisimlere meselâ elektronlara ve gökcisimlerine, bu hareketlerine devam etmeleri emrini vermesi şeklinde de olabilir.

e) Yaratıcının, kâinata hâlen yeni enerjiler takviye ettiği görüşü, yaratıcının yaratma kudreti ile bağdaş-mamaktadır. Sürekli yeni enerjiler takviyesi, başlangıçta yani ilk yaratmada kusur bulunduğu, bu kusurun sürekli enerji takviyeleri ile giderildiği mânâsına da gelebilir. Bu ise yaratıcının şanına uygun değildir; yaratıcı, kâinatı kusursuz yaratmıştır. Böyle bir düşünceye karşı, yaratıcının, hareket hâlindeki cisimlere, bu hareketlerine sonsuza kadar devam etmeleri emrini vermesi görüşü daha makûl görünmektedir. Mümkün müdür? Elbette mümkündür:

“… Hayır, göklerde ve yerde her ne varsa O'nundur, hepsi O'na gönülden boyun eğmişlerdir." (Bakara/ 116).



Dönmenin Devamlılığı

Dönme şeklindeki hareket, enerji şeklinde de olsa, kuvvete ihtiyaç duyar. Meselâ gezegenlerin güneş etrafında dairevî veya eliptik dönüşleri, keza elektronların çekirdek etrafında dönüşleri, ivmelidir ve bir enerji gerektirir. Bu ifadeler önceki sayfada da yer almaktadır. Ancak burada mesele, bu dönüşlerin sürekliliği sebebiyle ihtiyaç duyulan enerjinin nereden sağlandığıdır. Tüm müşahede ve muhakemeler buna mantıklı bir izah getirmemiş, bir hipotez oluşturulamamıştır. Her ne kadar, klasik ivme teorisi ile elektronların dönüşleri esnasında yaydıkları düşünülen elektromanyetik ışınlar bu dönme hareketinin sürekliliği ile ilgili ise de, Bohr’un böyle ışın yaymadıkları iddiası tezat hâlindedir.

Evet, Yaratıcı, her şeyi sebep-sonuç münasebeti ile yaratmıştır. Ancak, bu münasebete uymayan gerçekler de bulunmaktadır. Bunlar, ilimlerdeki ispatı olmayan, fakat doğruluğu açık ve kesin olan aksiyomlara benzemektedir. Meselâ matematikte nokta, bir aksiyomdur. Varlığı kesindir. Ancak varlık ispatı bulunmamaktadır. Hatta tatminkâr bir tarifi dahi yoktur; fakat başka tariflerde kullanılır. Meselâ çemberin tarifi, “bir noktadan eşit uzaklıktaki noktaların geometrik yerine çember denir” şeklindedir.

Elektron ve gezegen gibi varlıkların sürekli ivmeli hareketleri, kesinlikle bir enerji gerektirmektedir. Bu enerji kesildiğinde, elektron çekirdeğe ve gezegenler de güneşe düşeceklerdir. İşte bu düşmeye mâni olan enerji devamlılığının nasıl sağlandığı, başka deyişle bir sonuç olan sürekli dönmenin sebebi bilinmemektedir. Burada, sebep – sonuç münasebeti mi kesilmiştir, yoksa bir sebep var olmakla birlikte bu sebebin ne olduğunu biz mi bilmiyoruz; bu belli değildir.

Eğer sebep – sonuç münasebeti kesilmiş ise, (ki, kâinatın yaratılmasında bir sebep aranamayacağı gibi, bu mümkündür.) bu takdirde yaratıcının böyle buyurmasından başka izah şekli yok demektir. Başka deyişle, Bakara Suresinin 116. ayeti tekrar karşımıza çıkacaktır:

“… Hayır, göklerde ve yerde her ne varsa O'nundur, hepsi O'na gönülden boyun eğmişlerdir." (Bakara/ 116).



Işık

Işın, ince bir seri olarak akan ışık demetidir. Daha ziyade, fiziki bir tasvirdir. Fizikte önemli olan, ışıktır. Işık, kaynağından fırlatılan foton adlı taneciklerden oluşan ve dalga hâlinde yayılan elektromanyetik bir kinetik enerjidir.

Işık Kaynağı, hangi ortamda olursa olsun, gece ve gündüz, atomik reaksiyon veya atomik direnç sonucu ışık yayarak görülebilen cisimlerdir.

Işık kaynağından çıkan ışık, 299,792,458 m/saniye hızla yayılır. Tüm elektromanyetik dalgaların boşluktaki hızı da budur ve kısaca ışık hızı için 300.000 km/sn alınır. Kâinatta, ışıktan hızlı hareket edebilen hiçbir şey olmadığı iddia edilmektedir. Ancak fotonların, dalgalar halinde yayıldığı ve ışık hızının ise doğrusal olduğu dikkate alınırsa, fotonların daha hızlı gittikleri de ileri sürülmüştür. Matematik olarak bu iddia mantıklı olmakla birlikte ispat edilmemiştir.

Işıkla ilgili başka bir tuhaf durum da, ışığın hareketinin gözlemcinin (müşahidin) hareketinden bağımsız olmasıdır. Einstein bunu şöyle tasvir etmişti: Bir kişi elinde bir ayna ile bir ışın demetine binse ve ışınla birlikte seyahat etse, aynada kendi görüntüsünü görebilir miydi? Mantıkî olarak, görememesi gerekirdi. Zira, kişiden yansıyan ışık, kişi ve elindeki ayna ışık hızı ile gittiğinden, hiçbir zaman aynaya ulaşamayacak ve dolayısıyla bir yansıma gönderemeyecekti. Yani kişi aynada kendi görüntüsünü göremeyecekti. Einstein, tam aksini, savundu. Ona göre ışık, sözkonusu kişiden yine ışık hızı ile gidecek ve kişi kendini görecektir. Bu tenakuzu Einstein, zamanın izafiliği ile gidermiştir.

Işığın, daha doğrusu kendisini teşkil eden fotonların kütlesi yoktur. Buna rağmen, kütlesel çekime tabidirler. Başka deyişle ışık, cisimlerin kütleçekim kuvvetine tabidir. Bu durum, kütleçekim kanununun mahiyetinin tekrar değerlendirilmesi gerekliliğini ortaya koymuştur.

Zaman

Zaman, asırlar boyu insanı meşgul eden vakaların başında gelir. Fiziğin aksiyomlarından biri olan zaman, belli bir hızla akıp gitmektedir. Ancak zamanın bu akışı, bir nehrin akışına benzer. Bilindiği gibi bir nehrin her tarafında su aynı hızla akmaz; basit bir dikkatle nehir suyunun nehrin ortasında daha hızlı aktığı, kenarlarda bu akışın yavaşladığı müşahede edilebilir.  Keza, nehrin daraldığı yerlerde, akışın hızlandığı görülebilir. Bir nehrin akışı ile zamanın akışı arasında ilginç bir benzerlik vardır. Zaman da her ortamda farklı hızla akmaktadır. Bunu biraz daha açık hâle getirmek için bir eskiden kullanılan üzerinde şarkıların kaydedildiği plakları gözümüzün önüne getirelim. Bir plak dönerken, [cid:image002.png at 01D2AEC0.29D78630] yaklaşık olarak 1 sayılı çember 3 saniyede bir devir yaparken, en dıştaki 2 sayılı çember de 3 saniyede bir devir yapacaktır. Fakat 2 sayılı çemberin çevresi daha uzun olduğundan, çevresi daha kısa olan 1 sayılı çemberden aynı sürede (3 saniyede) daha fazla yol kat etmiş olacaktır. Bunun anlamı, aynı maddi bütünlük üzerinde olmasına rağmen, 2 sayılı çemberin dönüş hızının daha fazla olduğudur.

Meselâ, 1 sayılı çemberin uzunluğu 30 cm ise, bu çemberin hızı 30 cm/3 sn = 10 cm/sn iken; uzunluğu 40 cm olan dış çemberin hızı, 40 cm / 3 sn = 13,3 cm/sn olacaktır. Bu çemberlerin, dönüş başlamadan evvel şekildeki ok üzerinde el ele tutuştuklarını düşünün. Çemberlerden biri daha hızlı gitmesine rağmen, bir devir sonra hâlâ el ele tutuştuklarını görürsünüz. Bu nasıl mümkün olabilir? Bunun ilk anda mantıki olarak tek bir izah şekli var mıdır: 1 sayılı çember üzerinde zaman, 2 sayılı çember üzerindeki zamana nazaran daha hızlı mı akmaktadır. Einstein’in izafiyet teorisi de bu esasa dayalıdır. Kısaca zaman, izafidir. Zaman her yerde farklı hızlarda akmaktadır. Böyle olunca, zamanın sonsuz hızda aktığı mekânlar ile hiç akmadığı, yani zamanın durduğu mekânlar da söz konusu olabilecektir.

Zamanla ilgili bir başka hakikat, onun mahlûk olduğu yani yaratıldığıdır. Büyük patlamadan hemen önce, yani hiçbir şeyin olmadığı anda, zamanın ne anlamı ne de ölçülmesi için bir esas yoktur. Zaman, büyük patlama ile yaratılmıştır. Peki, büyük patlama anı ve hemen müteakibin-de zaman nasıl ifade edilecektir? O zaman birimi nedir? Şu anda bizim sun’i olarak tanımladığımız saat, gün gibi kavramlar da yoktur ve anlamı da yoktur. Zira bu kavramlar, bizim gezegenimize mahsus kavramlardır.

Fiziğin en esrarengiz mevzuu “zaman”, sırrını muhafaza ediyor.






________________________________

[1] Bu evrensel çerçevenin başıboş olduğunu düşünmektense, kutsal efsâne-lere inanırım, daha iyi. Az felsefe, insan zihnini Tanrıtanımazlığa götürür; Fakat felsefede derinlik, insanların zihinlerini dine döndürür.” diyen İngiliz mütefekkir

--
This message has been scanned for viruses and
dangerous content by MailScanner<http://www.mailscanner.info/>, and is
believed to be clean.

--
This message has been scanned for viruses and
dangerous content by MailScanner<http://www.mailscanner.info/>, and is
believed to be clean.

_______________________________________________
Turkmath mailing list
Turkmath at listweb.bilkent.edu.tr<mailto:Turkmath at listweb.bilkent.edu.tr>
http://yunus.listweb.bilkent.edu.tr/cgi-bin/mailman/listinfo/turkmath

-------------- next part --------------
An HTML attachment was scrubbed...
URL: <http://yunus.listweb.bilkent.edu.tr/pipermail/turkmath/attachments/20170502/bb20dc5b/attachment-0001.html>
-------------- next part --------------
A non-text attachment was scrubbed...
Name: image001.png
Type: image/png
Size: 167 bytes
Desc: image001.png
URL: <http://yunus.listweb.bilkent.edu.tr/pipermail/turkmath/attachments/20170502/bb20dc5b/attachment-0002.png>
-------------- next part --------------
A non-text attachment was scrubbed...
Name: image002.png
Type: image/png
Size: 5181 bytes
Desc: image002.png
URL: <http://yunus.listweb.bilkent.edu.tr/pipermail/turkmath/attachments/20170502/bb20dc5b/attachment-0003.png>


More information about the Turkmath mailing list