<div dir="ltr">Muhterem Dr. Işıklılar, <div><br></div><div>Evvelâ, "uydurukça" derken siz de uyduruk bir kelime kullanmış olmuyor musunuz? </div><div><br></div><div>Sâniyen, kim karar veriyor neyin "uyduruk" olduğuna?</div><div><br></div><div>Sâlisen uslûbunuz konusunda hiç tefekkür buyurdunuz mu? İnanmayan bir insana Kur'an-ı Kerim'den, parmağım kör gözüne dercesine delil getirmenin faydası/manası nedir?</div><div> </div></div><div class="gmail_extra"><br><div class="gmail_quote">2017-04-03 22:54 GMT+03:00 Timur Karacay <span dir="ltr"><<a href="mailto:tkaracay@listweb.bilkent.edu.tr" target="_blank">tkaracay@listweb.bilkent.edu.tr</a>></span>:<br><blockquote class="gmail_quote" style="margin:0 0 0 .8ex;border-left:1px #ccc solid;padding-left:1ex">
<div bgcolor="#FFFFFF" text="#000000">
<p>Sayın Dr. Işıklılar,</p>
<b>İlmin mahiyeti hakkında </b>yazmak lütfunda bulunduğunuz ve
muhtemelen vahyedilmiş fikirleinizi bendenizin anlaması olanaksız.
<br>
Haklısınız anlamadan okumuşum! Çocukken kuranı hatmetmiştim. Hâlâ ne
işe yaradığını düşünmekteyim. Büyüyünce en iyi tercüme sayılan
Elmalı'nın mealini okudum. Tevratı ve İncl'i de okudum. Teşhisinize
katılıyorum, onları sizin anladığınız gibi anlayamamışım.<br>
Zaten kitap haline getireceğinizi söylediğiniz ilmi hakikatlerinizi
bütün matematikçilerin biimesinde sakınca görmeyeceğinizi düşünerek
listeye gönderiyorum.<br>
Umarım, benim anlayamadığım yaratılmış vahiy bilgileri anlayanlar
çıkacak ve bana 36,5 yılda ancak bir kez doğru gösteren hicri
takvimin neden en iyi takvim olduğunu öğretecektir.<br>
<br>
Saygılarımla,<br>
Timur karaçay<br>
<div class="m_2604782147650036706moz-forward-container">::::::::::::::::::::::::::::::<wbr>::::::::::::::::::::::::::::::<wbr>::::::::::::::::::::::::::::::<wbr>::::::<br>
<br>
<br>
-------- İletilmiş İleti --------
<table class="m_2604782147650036706moz-email-headers-table" border="0" cellpadding="0" cellspacing="0">
<tbody>
<tr>
<th align="RIGHT" nowrap valign="BASELINE">Konu: </th>
<td>bir kitabınız hakkında </td>
</tr>
<tr>
<th align="RIGHT" nowrap valign="BASELINE">Tarih: </th>
<td>Mon, 3 Apr 2017 17:43:55 +0200</td>
</tr>
<tr>
<th align="RIGHT" nowrap valign="BASELINE">Kimden:
</th>
<td>Dr Sadi IŞIKLILAR <a class="m_2604782147650036706moz-txt-link-rfc2396E" href="mailto:sadi.isiklilar@gmail.com" target="_blank"><sadi.isiklilar@gmail.com></a></td>
</tr>
<tr>
<th align="RIGHT" nowrap valign="BASELINE">Kime: </th>
<td><a class="m_2604782147650036706moz-txt-link-abbreviated" href="mailto:tkaracay@baskent.edu.tr" target="_blank">tkaracay@baskent.edu.tr</a></td>
</tr>
</tbody>
</table>
<br>
<br>
<div class="m_2604782147650036706Section1">
<p class="MsoNormal" style="text-align:center" align="center"><span style="font-size:9.0pt;font-family:"Arial","sans-serif";color:black"><img id="m_2604782147650036706_x0000_i1025" src="cid:part1.2A10886B.51E25438@baskent.edu.tr" height="4" width="1"><u></u><u></u></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align:center" align="center"><span style="font-size:9.0pt;font-family:"Arial","sans-serif""><img id="m_2604782147650036706_x0000_i1026" src="cid:part1.2A10886B.51E25438@baskent.edu.tr" height="4" width="1"><u></u><u></u></span></p>
<p class="MsoNormal"><b><i><span style="font-family:"Arial","sans-serif"">“Einstein’in
görelilik kuramı” diye uydurukça bir başlıkla (doğrusu:
EİNSTEİN’in
İZAFİYET NAZARİYESİ) adlı kitapçığınızın 40.
Sayfasında, Müslümanların iyi takvimler
yapamadıklarını yazmışsınız. Roma’nın ise, güneş
hareketlerine dayalı
takvimi başarılı bulmuşsunuz.<u></u><u></u></span></i></b></p>
<p class="MsoNormal"><b><i><span style="font-family:"Arial","sans-serif""><u></u> <u></u></span></i></b></p>
<p class="MsoNormal"><b><i><span style="font-family:"Arial","sans-serif"">Anlaşılan
Kuran’ı iyi yahut hiç okumamışsınız. Buyrun:<u></u><u></u></span></i></b></p>
<p class="MsoNormal"><b><i><span style="font-family:"Arial","sans-serif""><u></u> <u></u></span></i></b></p>
<p class="MsoNormal"><b><i><span style="font-family:"Arial","sans-serif""><u></u> <u></u></span></i></b></p>
<p class="MsoNormal"><b><i><span style="font-family:"Arial","sans-serif";color:red">55:5 - Güneş de ay da bir hesap iledir.<u></u><u></u></span></i></b></p>
<p class="MsoNormal"><i><span style="font-family:"Arial","sans-serif";color:red"><u></u> <u></u></span></i></p>
<p class="MsoNormal"><b><i><span style="font-family:"Arial","sans-serif";color:red">10/5 - ….
Seneleri ve 'hesabı' <wbr>bilesiniz diye, Ay'a menziller
(duraklar) takdir etti. <u></u><u></u></span></i></b></p>
<p class="MsoNormal"><b><i><span style="font-family:"Arial","sans-serif""> <u></u><u></u></span></i></b></p>
<p class="MsoNormal"><b><i><span style="font-family:"Arial","sans-serif"">Gerçek
takvim güneşe değil, ay sistemine dayanır. Ve
Müslümanlar kullanılır. Güneş
takviminden daha üstündür. Biraz araştırma ile
öğrenebilirsiniz.<u></u><u></u></span></i></b></p>
<p class="MsoNormal"><b><i><span style="font-family:"Arial","sans-serif""><u></u> <u></u></span></i></b></p>
<p class="MsoNormal"><b><i><span style="font-family:"Arial","sans-serif"">Bu
mühim hata ve kitap lisanınızdaki uydurukça kelimeler
yüzünden kitabınızı okumayı
40. Sayfasında bıraktım. <u></u><u></u></span></i></b></p>
<p class="MsoNormal"><b><i><span style="font-family:"Arial","sans-serif""><u></u> <u></u></span></i></b></p>
<p class="MsoNormal"><b><i><span style="font-family:"Arial","sans-serif"">Bu
da
benim aynı mevzuda yakında neşretmeyi düşündüğüm bir
kitabın birkaç sayfası….<u></u><u></u></span></i></b></p>
<p class="MsoNormal"><b><i><span style="font-family:"Arial","sans-serif""><u></u> <u></u></span></i></b></p>
<p class="MsoNormal"><b><i><span style="font-family:"Arial","sans-serif"">(lisana
dikkat!)<u></u><u></u></span></i></b></p>
<p class="MsoNormal"><b><i><span style="font-family:"Arial","sans-serif""><u></u> <u></u></span></i></b></p>
<p class="MsoNormal"><b><i><span style="font-family:"Arial","sans-serif""><u></u> <u></u></span></i></b></p>
<p class="MsoNormal"><b><i><span style="font-family:"Arial","sans-serif""><u></u> <u></u></span></i></b></p>
<p class="MsoNormal"><b><i><span style="font-family:"Arial","sans-serif"">Dr
Sadi
IŞIKLILAR<u></u><u></u></span></i></b></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-size:14.0pt"><u></u> <u></u></span></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-bottom:12.0pt;text-align:center;background:white" align="center"><i><span style="font-size:14.0pt;font-family:a_WritOtl">İLMİN
MAHİYETİ VE KAYNAKLARI</span></i><i><span style="font-size:14.0pt;font-family:a_WritOtl"><u></u><u></u></span></i></p>
<h1>İlmin Mahiyeti<u></u><u></u></h1>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">İlim, ilmî malûmatın (ilmî bilgilerin)
mecmuuna verilen
isimdir. İlmi bilgi ise, umumi geçerliliği bulunan bilgi
demektir. İlmi, adi
bilgiler toplamından ayıran temel hususiyeti, ilâhi olması,
başka ifade ile
yaratılmış olmasıdır. Adi bilgiler ise insan tarafından
derlenmişlerdir. Hiç
şüphesiz adi bilgiler de insan için faydalıdır, fakat mekân ve
zamanda
farklılık gösterebilir. Meselâ iktisat, fiyat, arz ve talep,
ihtiyaçlar, ferdi
ve milli gelir ve giderler, yatırımlar, faizler, istihdam,
üretim ve inkısam
gibi mevzularda insan tarafından oluşturulmuş bir takım adi
bilgilerden teşkil eder.
Bu sebeple iktisat, bir ilim değildir. Bu türlü, belli
alandaki adi bilgiler
mecmuuna ise Disiplin adı verilir.<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">İnsan, ilm’i bilgileri tespit edip ortaya
çıkarır;
zira bu tür bilgiler yaratılmış olduklarından zaten
mevcutturlar; insanoğlu
araştırması sonucu bunları tespit eder.<u></u><u></u></p>
<h1>İlmin Kaynakları<u></u><u></u></h1>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">İnsan, ilmi araştırmaları neticesinde ilmi
bilgileri elde
etmesi ve dolayısıyla yaratıldığını ifade ettiğimiz ilme
ulaşmasında şu
kaynakları kullanır:<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">a) Vahiy<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">b) Tefekkür<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">Şimdi bu kaynakları sırası ile tetkik
edelim:<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">Vahiy, en sağlam bilgilerin elde edildiği
kaynaktır. Ancak
vahiy, nebilere mahsustur. Vahiy, Allah’ın nebilere
bildirmesidir.
Nebiler de bunları insanlara bildirir. Vahiy kapsamındaki
bilgilerin bir kısmı
doğrudan din kitabında yer alır. Meselâ, kâinatın gittikçe
genişlemekte olduğu
Kur’anda yer almaktadır. Ne var ki, tüm ilmi bilgiler
vahyedilmediği
gibi, artık vahiy yolu kapalıdır. Bu sebeple insan, diğer
kaynaklara da
müracaat etmiştir ve etmektedir.<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">İkinci kaynak tefekkürdür; yani bir fikre
ulaşmak için
düşünmektir. Tefekkür, birçok ilmi bilginin elde edilmesini
sağlar. Meselâ,
Nevton’un düşen elmayı görerek tefekkür etmesi, yerçekimi
kanununun;
Arşimed’in suyun tası kaldır-ması üzerinde tefekkür etmesi,
Suyun
Kaldırma Kuvveti Kanununun; Alfred Nobel’in kumlar (silisyum)
üzerine
dökülen sıvı nitratın patlamaması üzerinde tefekkür etmesi,
dinamidin icadının
ve keza Einstein’in ışık üzerinde tefekkür etmesi, izafiyetin
ve E=mc<sup>2</sup>
‘nin keşfedilmesini sağlamıştır.<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">İlmi bilgilerin sağlanmasında tefekkür, en
önemli kaynaktır.
Tefekkür sürecinde; <u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">a) Müşahede (gözlem) ve Tecrübe (deney)<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">b) Muhakeme<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">sık kullanılan ameliyelerdir. Ne var ki
müşahede ve tecrübe,
sınırlı imkânlar verir. Zira müşahede ve tecrübe esnasında,
bir çok tahdit
edici (sınırlayıcı) faktör mevcuttur. Bu tahditler, duyu
uzuvlarının
kifayetsizliğinden ileri gelir. Meselâ gözler bazı dalga
boyuna sahip ışınları
göremediği gibi, kulaklar belli frekanstaki sesleri işitemez.
Dolayısıyla
müşahede ve tecrübe elbette mühimdir; ancak tam olarak yeterli
değildir.<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">Muhakeme de tek başına yeterli değildir.
Aristo’nun
muhakeme ve mantığı uzun asırlar boyu rakipsiz görüldükten
sonra bugün komedi
olarak da kullanılmaktadır. Fakat yerinde kullanıldığında
muhakeme, birçok ilmi
bilginin tespit edilmesinde çok mühim rol oynar. Einstein,
kendi teorisini
ileri sürerken, tefekküründe, nerede ise müşahede ve
tecrübe-ye hiç
başvurmamış, sadece muhakemeyi kullanmıştır.<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">İlmi bilginin elde edilmesinde, bu
ameliyeler birlikte de
kullanılır. Şöyle ki; önce problem tespit edilir ve tarif
edilir. Yahut bir
problem mevcut değilken tamamen tesadüf eseri karşılaşılan bir
olay ele alınır.
Bunların üzerinde muhakeme ameliyesi tatbik edilir. Neticede
bir hipotez
geliştirilir. Sonra hipotezin doğruluğu veya geçerliliği
müşahede ve tecrübe
edilir. Yine akıl ve muhakeme yoluyla bir hükme (yargıya)
varılır. Böylece bir
iddiada bulunulur. Bu iddia, hipotezler ve hükümlerin
gerektiğinde birden fazla
müşahede ve tecrübeye alınması neticesinde red olunur veya
teoreme / teoriye
dönüştürülür. İşte bu artık, ilmi bir bilgidir.<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">Bu izahatla alakalı bir misâl verebiliriz:
Bir kişi, uçmakta
olan her hayvanın kanatlarının olduğunu fark etmiş olsun. Bu
kişi, muhakeme
ile, “Kartal uçtuğuna göre, kartalın da uçması gerekir.”
diyebilir.
Kişi artık şu hipotezi ifade edebilir:<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2" style="margin-bottom:0cm;margin-bottom:.0001pt">Uçan her
hayvanın kanatları var. (1. Önerme)<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">Kartal da uçan bir hayvandır. (2. Önerme)<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">Hipotez bu iki önermeden oluşacaktır.
Ancak, önermelerin
doğruluğu, müşahede ve tecrübe ile araştırılır. Yani kişi,
uçan her hayvanın
kanatlarının olduğu önermesinin doğruluğu ile, kartalın da
uçtuğu önermesinin
doğruluğu araştırılacaktır. Önermelerin ifade şekli son derece
mühimdir.
Doğruluk da bu ifadeye göre kesinlik kazanacaktır. Kişi, ilk
önermede, uçan her
hayvanın kanatlarının olduğunu iddia etmektedir. (Kişi,
kanatları olan her
hayvanın uçtuğunu iddia etmemektedir. İddia bu olsaydı, tavuk
misâli, iddiayı
yanlış yapacaktı). O halde, uçtuğu halde kanatları olmayan bir
hayvan
gösterilebildiği takdirde, iddia geçersiz yani önerme yanlış
olacaktır.
Böylece, hipotezi teşkil eden önermelerin doğruluğu, müşahede
ve tatbik
edilebiliyorsa tecrübe yoluyla tespit edilmiş olacaktır.
Netice olarak,
yukarıda hipotezi teşkil eden her iki önerme de doğrudur.<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">Kişi bundan sonra, muhakeme yoluyla hükümde
bulunacaktır:
“O hâlde, kartalın da kanatları vardır.” <u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">Bundan sonra yapılması gereken, hüküm
(yargı) ifadesinin
(önermesinin) müşahede ve tecrübe yoluyla ispatının
yapılmasıdır. Yani kartalın
kanatlarının olduğunun gözlemi gerekir. Var ise, “Kartalın
kanatlarının
olduğu” bilgisi ilmi bir bilgi olacaktır. Daha doğrusu ilmi
bilgi şöyle
olacaktır: <u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">“Uçan her hayvanın kanatları olduğundan ve
kartal da
uçan bir hayvan olduğundan, kartal kanatları olan bir
hayvandır.” <u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">Hipotez ve bundan çıkarılan hüküm şu
şekilde ifade
edilebilir:<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">1. ifade şekli:<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2" style="margin-bottom:0cm;margin-bottom:.0001pt">Uçan her
hayvanın kanatları var. (Hipotezin 1. Önermesi)<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">Kartal da uçan bir hayvandır. (Hipotezin 2.
Önermesi)<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">O hâlde, kartalın da kanatları vardır.
(Hüküm)<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">2. ifade şekli:<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2" style="margin-bottom:0cm;margin-bottom:.0001pt">Uçan her
hayvanın kanatları vardır. Eğer kartalın kanatları varsa,
kartal da uçar.<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">3. ifade şekli:<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">Uçan her hayvanın kanatları olduğundan ve
kartal da uçan bir
hayvan olduğundan, kartal kanatları olan bir hayvandır.<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">Bu süreçte temel kural şudur: <u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">a) Hipotezin doğruluğu esastır. Zira,
yanlış bir hipotezden
(varsayımdan); <u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2" style="margin-left:53.45pt"><span>-<span>
</span></span>Yanlış bir muhakeme ile
(tesadüfen) doğru bir sonuca
gidilebileceği gibi yanlış bir sonuca da gidilebilir. <u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2" style="margin-left:53.45pt"><span>-<span>
</span></span>Keza, doğru bir muhakeme ile
doğru bir sonuca
gidilebileceği gibi yanlış bir sonuca da gidilebilir. <u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">Demek ki, hipotezin yanlış olması hâlinde
muhakemenin
doğruluğu, sonucu (yorumu, yargıyı, hükmü) her zaman doğru
yapmamakta, yani
yanlış bir yoruma da gidilebilmektedir. <u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">b) Ancak hipotezin doğruluğu da tek başına
yeterli
değildir. Zira doğru bir hipotezden, yanlış bir muhakeme ile
yanlış bir sonuca
gidilir. O hâlde, doğru sonuçlara (yoruma, yargıya, hükme)
ulaşmak için,
hipotezlerin yanında, muhakemenin de doğru olması
gerekmektedir. İlmi bilgi
sadece bu durumda elde edilebilir.<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">Hipotezler, daha önceden ilmi bilgi
mahiyeti kazanmış
bilgiden (bilgilerden) oluşuyor ise, tekrar doğruluğu
araştırılmaz.<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2"> Muhakeme, akıl ve/veya fikir yürütmek,
olaylar arasında
sebep-sonuç münasebetini de nazara alarak bağ kurmak, bu bağı
tahlil edip,
kurallar tespit etmek, böylece fikri bir neticeye ulaşmak
anlamına gelen bir
kelimedir. Akıl, doğruyu ve faydalı olanı tespit edebilme;
zekâ ise olaylar
arasında sebep-sonuç münasebetini kurabilme gücüdür.<u></u><u></u></p>
<h1>İhtimaliyet ve Pozitivizm/Rasyonalizm<u></u><u></u></h1>
<p class="m_2604782147650036706anametin2"> Günümüzde bazı fizikçilerin
ve
mütefekkirlerin (düşünürlerin, filozofların) sebep – sonuca
dayalı
kesinliği başka deyişle pozitivizmi / rasyonalizmi red
ettiklerini, fizik
kanunlarında bile ihtimaliyetin bulunduğunu savunduklarını
görmekteyiz. Buna
karşı gelen Einstein, “Tanrı zar atmaz” demiştir. Ne var ki,
ilim
bugünkü seviyesine, pozitivizm ve rasyonalizm ile ulaşmıştır.
Bunu kimse ret
edemez.<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">Pozitivizme karşı ileri sürülen görüşlere
itibar etmek
mümkün değildir. Allah, tüm kâinatta umumi fizik kurallarını
yaratmıştır.
Sebepler sağlandığında veya vuku bulduğunda, netice
kaçınılmazdır. Allah,
bizzat Kur’anda, her şeyin bir ölçü ile yaratıldığını ve üstün
bir nizam
bulunduğunu bize bildirmektedir. Vahyen bize bildirilen bu
bilgi üzerinde
felsefe yaparak, pozitivizmin yıkıldığını ileri sürmek mümkün
ve inandırıcı
değildir. Diğer taraftan, pozitivizmin, inkârcı maddeci ve
materyalist bir
düşünce şekli olduğu iddiası da doğru değildir. Hatta birçok
noktada bu iki
akım birbiri aleyhine karşılaşır.<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">Ancak, inkârcıların, bazı bilgileri (meselâ
evrim teorisini)
ilmi bilgi diye ileri sürmeleri, gerçeği değiştirmez. Zaten
ilim ilerledikçe,
Hakk’ı kabûl etmektedir. Zira keşfedilen her ilmi bilgi,
nizamın
kendiliğinden oluşmasının mümkün olamayacağını gerçeğini
haykırmaktadır.<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">Hatta öylesine ki, günümüz fizikçileri,
kâinat hakkında
Umumi Teoriye ulaşmak için tefekkür etmektedirler. Bu öyle bir
teori ki, büyük
patlayışla yaratılmış olan ve tüm kâinata hâlen hâkim olan ve
tüm kâinatı
açıklayan teoridir. Einstein de bu teori üzerinde durmuştu.
Günümüzde S.
Hawking de bu teori üzerinde tefekkür etmektedir. Sorun,
rasyonalizm ve
pozitivizmde değil, skolâstik düşüncededir.<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">Skolâstik düşünce, pozitivizm ve
rasyonalizmin karşısında
yer alır. Burada tefekkür, müşahede ve tecrübe ortadan
kalkmıştır. Artık, daha
önce düşünmüş olanların düşünceleri rehber alınır. Hatta
bazen, umumi efkâra
bakılarak karart verilir. Meselâ bir toplumda bir şahıs çok
fazla itibar
görüyor ise, bazıları, bu geniş itibara bakarak kendi de
itibar eder;
düşünmeye, ilmi araştırma yapmaya gerek duymaz. Bu kadar
genişi bir kitlenin
itibar ettiği şeye kendisinin de itibar etmesi gerektiğini
düşünür. Bu
tehlikeli bir skolâstik düşünce tarzıdır ve hurafelerin
doğmasına da sebep
olur.<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">Meselâ, bir papazlar meclisinde, bir atın
kaç dişinin olduğu
hususu gündeme geldiğinde bazı papazlar, “Aristo’ nun atın kaç
adet
dişinin bulunduğunu yazdığını” söylemişlerdir. Buna karşılık
meclisteki
Mütefekkir Francis Bacon<a href="#m_2604782147650036706__ftn1" name="m_2604782147650036706__ftnref1" title=""><span class="m_2604782147650036706MsoFootnoteReference"><span class="m_2604782147650036706MsoFootnoteReference"><span style="font-size:12.0pt;font-family:Gentium">[1]</span></span></span></a>,
“karşıda otlamakta olan atın dişlerini gidip sayabileceklerini
söylemiştir.” Buna gerek olmadığı söylenmiş ise ısrar üzerine
atın
dişleri sayılmış, ancak tespit edilen diş sayısının Aristo’nun
yazdığından farklı olduğu görülmüştür. Karanlık skolastik
düşünce, Bacon
haricindeki papazların “atın yanıldığını” söyleyecek kadar
ileri
gitmelerine sebep olmuştur.<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">Bu umumi tablodan sonra tekrar pozitivizme
dönebiliriz. Pozitivizm,
ilmi gerçekleri ortaya çıkarabilmenin ve kâinatın
kavranmasının akıl, müşahede
ve tahlil ile olacağını söyler. Bunun karşısında olan
ihtimaliyet yaklaşımını
bir tarafa bırakırsak, daha ciddi rakip, aklın tüm bu
gerçekleri ortaya
çıkaramayacağını iddia eden dini yaklaşımlardır. Hiç şüphesiz,
ilmin önünde
duvar gibi duran ve âlimleri asmaya ve yakmaya kadar varan
despotizmi ile
ortaçağ kilisesinin dini yaklaşımından bahsetmiyoruz.
Bahsettiğimiz, bilhassa
fiziğe İslami zaviyeden bakan görüşlerdir. Buna göre, tük
kâinatta
Allah’ın külli ve sürekli bir iradesi, koruması ve kollaması
söz
konusudur. Allah, bu iradesini çektiği an tüm kâinat
darmadağın olacak, sistem
ve nizam bozulacaktır. Elektronları ve dönen cisimleri,
enerjilerini
kaybetmeden dönemlerini sağlayan Allahın bu sürekli
müdahalesidir. İnsan, aklı
ile atomun kıyısına kadar gidebilir; içeri giremez.
Girdiğinde, aklı ile atom
içinde olan biteni izah edemeyecektir. Bunlara göre,
materyalizm büyük bir
açmazda ve çöküştedir.<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">Aslında, pozitivzmi materyalist yaklaşım
gibi görmek
hatadır. Evet, materyalistler de birçok hususta, pozitivistler
gibi
davranmışlardır; ancak her şeyi Allah’ın sürekli iradesine
havale etmek,
ilmi yaklaşıma aykırıdır. Unutulmamalıdır; elektrik, nükleer
reaksiyonlar, nükleer
enerji ve nükleer silahlar, tesadüfen değil, akıl ve muhakeme
yoluyla
keşfedilmişlerdir. <u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">Allah’ın kâinatı ve fizik kurallarını
kusursuz
yarattığının, kâinatı bu kurallara boyun eğdirdiğinin, artık
kâinatın bu
kurallara göre büyük bir nizam içinde işlediğinin kabûlü,
pozitivist yaklaşıma
aykırı değildir. Bu kabûller, zaten akla uygundur.<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">Sözgelişi, ilmi araştırmalar, müşahede ve
tecrübeler,
kâinatın gittikçe genişlediğini göstermiştir. Bu tespitler,
müşahede ve
tecrübelerin eseridir. Daha sonra akıl ve muhakeme devreye
giderek, kâinat
gittikçe genişlediğine göre, zamanı geri sarıp başa
döndüğümüzde, kâinattaki
tüm cisimlerin bir noktadan yayılmaya başladığı gerçeğine bizi
götürmüştür.
Böylece akıl, büyük patlamaya ulaşmıştır. Büyük patlama
(yaratılış) ve kâinatın
gittikçe genişlediği, zaten Kur’anda da yer almaktadır ve
aklın
tespitleri, Kur’ana tezat teşkil etmemektedir.<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">Aklın ulaştığı bir sonuç, eğer dinin bize
bildirdiğine
aykırı ise, pozitivizm bu noktada materyalizmden ayrılır ve
aklın yaptığı yanlış
tespiti, muhakeme hatasına havale ederek, ret eder. <u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">Fakat aklı ret etmek, ilmi ret etmektir.
Kur’anda
Allah bir çok ayetinde, “hiç akletmeyecek misiniz”, “hiç
düşünmeyecek misiniz” diye insanları ikaz edilmektedir. <u></u><u></u></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-bottom:12.0pt;text-align:center;background:white" align="center"><i><span style="font-size:14.0pt;font-family:a_WritOtl">TEMEL
SORULAR<u></u><u></u></span></i></p>
<h1>Madde - Enerji Dönüşümü<u></u><u></u></h1>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">Bilindiği gibi, fizikte temel iddialardan
biri de, kâinatta
toplam madde ve enerji miktarının sabit olduğu, bu miktarın
değişmediği, ancak
birbirine dönüşebildiği şeklindedir. Bunun aksi de ileri
sürülmektedir. Ancak,
her iki iddia da ilmi bir bilgi değildir; zira ispatı
yapılamamıştır.<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">Maddenin maddeye, maddenin enerjiye,
enerjinin enerjiye ve
enerjinin maddeye dönüştüğü bellidir ve açıktır. Ancak,
kâinattaki toplam madde
ve enerji miktarının sabit olduğu kesin değildir. Bunun ispatı
da en azından
şimdilik mümkün görülmemektedir. <u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">Kâinatı yaratılışında, miktarını ancak
yaratıcının bildiği
madde ve enerji kâinata verilmiş ve bu miktar sonradan hiç
değişmemiş olabilir.
Daha sonra, fizik kurallar çerçevesinde bunlar birbirlerine
dönüşebilirler. Bu
dönüşümün olduğu kesindir. <u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">Toplam enerji ve madde miktarının sabit
olmadığı ve sürekli
olarak yaratıcı tarafından enerji takviyesi yapıldığını ileri
sürenlerin
dayanağı şu iddialardır:<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">Maddeyi teşkil eden atomlardaki
elektronlardan başlayıp, en
büyük uzay cisimlerine kadar her şey sürekli hareket
hâlindedir. Bu hareket
akıp gitme şeklinde veya elektronlarda olduğu gibi sürekli
dönme şeklindedir.
Newton’un iddialarında biri de, “herhangi bir kuvvet
uygulanmadığı
sürece her cisim uzayda doğrusal hareketini sonsuza kadar
sürdürür”
şeklindedir. Bu iddiayı daha sonra teferruatlı açıklayacağız.
Büyük patlama ile
hareket kazanmış her cismin uzayda herhangi bir engelle
(kuvvetle)
karşılaşmadığı sürece bu hareketini devam ettireceği görüşü,
mantığa ters düşmemekle
birlikte, bu iddiada esirin varlığı ihmâl edilmiştir. <u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">Fakat ivmeli hareket mutlak surette kuvvet
gerektirir. Başka
deyişle dönme şeklindeki hareket, enerji şeklinde de olsa,
kuvvete ihtiyaç
duyar. Meselâ gezegenlerin güneş etrafında dairevî veya
eliptik dönüşleri, keza
elektronların çekirdek etrafında dönüşleri, ivmelidir ve bir
enerji gerektirir.
Eğer toplam madde ve enerji miktarı sabit ise, elektronların
bu dönüşleri için
kullandıkları enerji karşılığında toplamı sabit tutabilmek
için kâinata yeni
enerjiler veya maddeler vermeleri gerekir. Dikkat edilecek
husus, eklenmesi
gereken yeni enerji ve/veya maddelerin, enerjiyi kullanan
elektronlar
tarafından verilmesinin şart olmadığıdır; bu ilâveler başka
kaynaklardan da
gelebilir. <u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">Bu soru, fiziğin en zor sorularından
biridir ve henüz
cevaplanmamıştır. Madde ve enerji toplamının sabit olup
olmadığı konusunda
ileri sürülen iddialar sadece birer iddia olup ilmi bilgi
değildir.<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">Bu hususla ilgili şu izahatı yapmak faydalı
olabilir:<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">a) Madde ve enerjinin birbirine dönüştüğü
doğru olmasına
rağmen, bunların toplamının sabit olduğu veya olmadığı
kesinlik kazanmamıştır.
İddialar ilmi bilgi mahiyetinde değildir.<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">b) Bu toplamın sabit olup olmadığı bilgisi
mühim midir?
Bizler kâinatın noktasal bir alanında yaşıyoruz ve Kâinatın
çok küçük bir
kısmını tanıyabiliyoruz. Kâinatın ötelerine hiçbir zaman
gidemeyeceğiz.
Kâinatta neler olup bitiyor, bilmiyoruz. Böyle bir bilginin,
yani toplam madde
ve enerji miktarının sabit olduğu bilgisinin ne faydası
olacağını da kestiremiyoruz.<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">c) Kâinatta, sürekli enerji ve madde
kullanımı sebebiyle
toplam miktarda bir azalış vuku buluyorsa, bu kâinatın ömrünün
sınırlı olduğunu
mânâsına gelir. Bu ise, materyalist fizikçilerin rahatsızlık
duydukları bir
husus olduğundan kâinatta toplam madde ve enerji miktarının
sabitliği görüşünde
ısrar etmişlerdir; ancak ispatlayama-mışlardır.
İspatlayabildikleri, bir
maddenin meselâ yanması gibi dönüşümünde ortaya çıkan yeni
madde ile açığa
çıkan enerjinin toplamının sabit olduğudur.<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">d) Toplam madde ve enerji miktarının sabit
olduğu iddiası,
daha ziyade materyalist yaklaşımda bulunanların iddialarından
biridir. Buna
karşılık, böyle bir sabitliğin ancak yaratıcının müdahalesi
ile mümkün
olabileceğini ileri süren fizik felsefecileri de iddialarında
ileri gitmiş
olabilirler. Bu müdahale; yaratıcının kâinata sürekli olarak
yeni enerjiler
vermesi şeklinde olabileceği gibi, enerji kullanan cisimlere
meselâ
elektronlara ve gökcisimlerine, bu hareketlerine devam
etmeleri emrini vermesi
şeklinde de olabilir.<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">e) Yaratıcının, kâinata hâlen yeni
enerjiler takviye ettiği
görüşü, yaratıcının yaratma kudreti ile bağdaş-mamaktadır.
Sürekli yeni
enerjiler takviyesi, başlangıçta yani ilk yaratmada kusur
bulunduğu, bu kusurun
sürekli enerji takviyeleri ile giderildiği mânâsına da
gelebilir. Bu ise
yaratıcının şanına uygun değildir; yaratıcı, kâinatı kusursuz
yaratmıştır.
Böyle bir düşünceye karşı, yaratıcının, hareket hâlindeki
cisimlere, bu
hareketlerine sonsuza kadar devam etmeleri emrini vermesi
görüşü daha makûl görünmektedir.
Mümkün müdür? Elbette mümkündür:<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2"><span class="m_2604782147650036706apple-converted-space"><span style="font-size:10.0pt;font-family:"Calibri","sans-serif";background:white">“… </span></span><em><span style="font-size:10.0pt;font-family:"Calibri","sans-serif";background:white">Hayır,
göklerde ve yerde her ne varsa O'nundur, hepsi O'na
gönülden boyun
eğmişlerdir." (Bakara/ 116).<u></u><u></u></span></em></p>
<p class="m_2604782147650036706MsoNoSpacing"><u></u> <u></u></p>
<h1>Dönmenin Devamlılığı<u></u><u></u></h1>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">Dönme şeklindeki hareket, enerji şeklinde
de olsa, kuvvete
ihtiyaç duyar. Meselâ gezegenlerin güneş etrafında dairevî
veya eliptik
dönüşleri, keza elektronların çekirdek etrafında dönüşleri,
ivmelidir ve bir
enerji gerektirir. Bu ifadeler önceki sayfada da yer
almaktadır. Ancak burada
mesele, bu dönüşlerin sürekliliği sebebiyle ihtiyaç duyulan
enerjinin nereden
sağlandığıdır. Tüm müşahede ve muhakemeler buna mantıklı bir
izah getirmemiş,
bir hipotez oluşturulamamıştır. Her ne kadar, klasik ivme
teorisi ile
elektronların dönüşleri esnasında yaydıkları düşünülen
elektromanyetik ışınlar
bu dönme hareketinin sürekliliği ile ilgili ise de, Bohr’un
böyle ışın
yaymadıkları iddiası tezat hâlindedir. <u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">Evet, Yaratıcı, her şeyi sebep-sonuç
münasebeti ile
yaratmıştır. Ancak, bu münasebete uymayan gerçekler de
bulunmaktadır. Bunlar,
ilimlerdeki ispatı olmayan, fakat doğruluğu açık ve kesin olan
aksiyomlara
benzemektedir. Meselâ matematikte nokta, bir aksiyomdur.
Varlığı kesindir.
Ancak varlık ispatı bulunmamaktadır. Hatta tatminkâr bir
tarifi dahi yoktur;
fakat başka tariflerde kullanılır. Meselâ çemberin tarifi,
“bir noktadan
eşit uzaklıktaki noktaların geometrik yerine çember denir”
şeklindedir.<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">Elektron ve gezegen gibi varlıkların
sürekli ivmeli
hareketleri, kesinlikle bir enerji gerektirmektedir. Bu enerji
kesildiğinde,
elektron çekirdeğe ve gezegenler de güneşe düşeceklerdir. İşte
bu düşmeye mâni
olan enerji devamlılığının nasıl sağlandığı, başka deyişle bir
sonuç olan
sürekli dönmenin sebebi bilinmemektedir. Burada, sebep – sonuç
münasebeti
mi kesilmiştir, yoksa bir sebep var olmakla birlikte bu
sebebin ne olduğunu biz
mi bilmiyoruz; bu belli değildir.<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">Eğer sebep – sonuç münasebeti kesilmiş ise,
(ki,
kâinatın yaratılmasında bir sebep aranamayacağı gibi, bu
mümkündür.) bu
takdirde yaratıcının böyle buyurmasından başka izah şekli yok
demektir. Başka
deyişle, Bakara Suresinin 116. ayeti tekrar karşımıza
çıkacaktır:<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2"><span class="m_2604782147650036706apple-converted-space"><span style="font-size:10.0pt;font-family:"Calibri","sans-serif";background:white">“… </span></span><em><span style="font-size:10.0pt;font-family:"Calibri","sans-serif";background:white">Hayır,
göklerde ve yerde her ne varsa O'nundur, hepsi O'na
gönülden boyun
eğmişlerdir." (Bakara/ 116).<u></u><u></u></span></em></p>
<p class="m_2604782147650036706MsoNoSpacing"><u></u> <u></u></p>
<h1>Işık <u></u><u></u></h1>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">Işın, ince bir seri olarak akan ışık
demetidir. Daha ziyade,
fiziki bir tasvirdir. Fizikte önemli olan, ışıktır. Işık,
kaynağından
fırlatılan foton adlı taneciklerden oluşan ve dalga hâlinde
yayılan
elektromanyetik bir kinetik enerjidir.<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">Işık Kaynağı, hangi ortamda olursa olsun,
gece ve gündüz,
atomik reaksiyon veya atomik direnç sonucu ışık yayarak
görülebilen
cisimlerdir.<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">Işık kaynağından çıkan ışık,
299,792,458 m/saniye hızla
yayılır. Tüm elektromanyetik dalgaların boşluktaki hızı da
budur ve kısaca ışık
hızı için 300.000 km/sn alınır. Kâinatta, ışıktan hızlı
hareket edebilen hiçbir
şey olmadığı iddia edilmektedir. Ancak fotonların, dalgalar
halinde yayıldığı
ve ışık hızının ise doğrusal olduğu dikkate alınırsa,
fotonların daha hızlı
gittikleri de ileri sürülmüştür. Matematik olarak bu iddia
mantıklı olmakla
birlikte ispat edilmemiştir.<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">Işıkla ilgili başka bir tuhaf durum da,
ışığın hareketinin
gözlemcinin (müşahidin) hareketinden bağımsız olmasıdır.
Einstein bunu şöyle
tasvir etmişti: Bir kişi elinde bir ayna ile bir ışın demetine
binse ve ışınla
birlikte seyahat etse, aynada kendi görüntüsünü görebilir
miydi? Mantıkî
olarak, görememesi gerekirdi. Zira, kişiden yansıyan ışık,
kişi ve elindeki
ayna ışık hızı ile gittiğinden, hiçbir zaman aynaya
ulaşamayacak ve dolayısıyla
bir yansıma gönderemeyecekti. Yani kişi aynada kendi
görüntüsünü göremeyecekti.
Einstein, tam aksini, savundu. Ona göre ışık, sözkonusu
kişiden yine ışık hızı
ile gidecek ve kişi kendini görecektir. Bu tenakuzu Einstein,
zamanın izafiliği
ile gidermiştir.<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">Işığın, daha doğrusu kendisini teşkil eden
fotonların
kütlesi yoktur. Buna rağmen, kütlesel çekime tabidirler. Başka
deyişle ışık,
cisimlerin kütleçekim kuvvetine tabidir. Bu durum, kütleçekim
kanununun
mahiyetinin tekrar değerlendirilmesi gerekliliğini ortaya
koymuştur.<u></u><u></u></p>
<h1>Zaman<u></u><u></u></h1>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">Zaman, asırlar boyu insanı meşgul eden
vakaların başında
gelir. Fiziğin aksiyomlarından biri olan zaman, belli bir
hızla akıp
gitmektedir. Ancak zamanın bu akışı, bir nehrin akışına
benzer. Bilindiği gibi
bir nehrin her tarafında su aynı hızla akmaz; basit bir
dikkatle nehir suyunun
nehrin ortasında daha hızlı aktığı, kenarlarda bu akışın
yavaşladığı müşahede
edilebilir. Keza, nehrin daraldığı yerlerde, akışın
hızlandığı görülebilir.
Bir nehrin akışı ile zamanın akışı arasında ilginç bir
benzerlik vardır. Zaman
da her ortamda farklı hızla akmaktadır. Bunu biraz daha açık
hâle getirmek için
bir eskiden kullanılan üzerinde şarkıların kaydedildiği
plakları gözümüzün
önüne getirelim. Bir plak dönerken,
<img src="cid:part4.3504C075.32659D04@baskent.edu.tr" style="margin-right:10px" height="152" hspace="10" align="left" vspace="8" width="174">yaklaşık
olarak 1 sayılı çember 3 saniyede bir devir yaparken, en
dıştaki 2 sayılı
çember de 3 saniyede bir devir yapacaktır. Fakat 2 sayılı
çemberin çevresi daha
uzun olduğundan, çevresi daha kısa olan 1 sayılı çemberden
aynı sürede (3
saniyede) daha fazla yol kat etmiş olacaktır. Bunun anlamı,
aynı maddi bütünlük
üzerinde olmasına rağmen, 2 sayılı çemberin dönüş hızının daha
fazla olduğudur.
<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">Meselâ, 1 sayılı çemberin uzunluğu 30 cm
ise, bu çemberin
hızı 30 cm/3 sn = 10 cm/sn iken; uzunluğu 40 cm olan dış
çemberin hızı, 40 cm /
3 sn = 13,3 cm/sn olacaktır. Bu çemberlerin, dönüş başlamadan
evvel şekildeki
ok üzerinde el ele tutuştuklarını düşünün. Çemberlerden biri
daha hızlı
gitmesine rağmen, bir devir sonra hâlâ el ele tutuştuklarını
görürsünüz. Bu
nasıl mümkün olabilir? Bunun ilk anda mantıki olarak tek bir
izah şekli var mıdır:
1 sayılı çember üzerinde zaman, 2 sayılı çember üzerindeki
zamana nazaran daha
hızlı mı akmaktadır. Einstein’in izafiyet teorisi de bu esasa
dayalıdır.
Kısaca zaman, izafidir. Zaman her yerde farklı hızlarda
akmaktadır. Böyle
olunca, zamanın sonsuz hızda aktığı mekânlar ile hiç akmadığı,
yani zamanın
durduğu mekânlar da söz konusu olabilecektir.<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">Zamanla ilgili bir başka hakikat, onun
mahlûk olduğu yani
yaratıldığıdır. Büyük patlamadan hemen önce, yani hiçbir şeyin
olmadığı anda,
zamanın ne anlamı ne de ölçülmesi için bir esas yoktur. Zaman,
büyük patlama
ile yaratılmıştır. Peki, büyük patlama anı ve hemen
müteakibin-de zaman nasıl
ifade edilecektir? O zaman birimi nedir? Şu anda bizim sun’i
olarak
tanımladığımız saat, gün gibi kavramlar da yoktur ve anlamı da
yoktur. Zira bu
kavramlar, bizim gezegenimize mahsus kavramlardır. <u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2">Fiziğin en esrarengiz mevzuu “zaman”,
sırrını
muhafaza ediyor.<u></u><u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2"><u></u> <u></u></p>
<p class="m_2604782147650036706anametin2"><u></u> <u></u></p>
<p class="MsoNormal"><b><i><span style="font-family:"Arial","sans-serif""><u></u> <u></u></span></i></b></p>
</div>
<div><br clear="all">
<hr align="left" size="1" width="33%">
<div id="m_2604782147650036706ftn1">
<p class="m_2604782147650036706MsoFootnoteText" style="text-align:justify"><a href="#m_2604782147650036706__ftnref1" name="m_2604782147650036706__ftn1" title=""><span class="m_2604782147650036706MsoFootnoteReference"><span class="m_2604782147650036706MsoFootnoteReference"><span style="font-size:10.0pt;font-family:"Calibri","sans-serif"">[1]</span></span></span></a>
<span style="font-size:9.0pt">Bu evrensel çerçevenin başıboş
olduğunu
düşünmektense, kutsal efsâne-lere inanırım, daha iyi. Az
felsefe, insan zihnini
Tanrıtanımazlığa götürür; Fakat felsefede derinlik,
insanların zihinlerini dine
döndürür.</span><span style="font-size:9.0pt">” diyen
İngiliz mütefekkir<span class="HOEnZb"><font color="#888888"><u></u><u></u></font></span></span></p><span class="HOEnZb"><font color="#888888">
</font></span></div><span class="HOEnZb"><font color="#888888">
</font></span></div><span class="HOEnZb"><font color="#888888">
<br>
-- <br>
This message has been scanned for viruses and
<br>
dangerous content by
<a href="http://www.mailscanner.info/" target="_blank"><b>MailScanner</b></a>,
and is
<br>
believed to be clean.
</font></span></div><span class="HOEnZb"><font color="#888888">
<br>--
<br>This message has been scanned for viruses and
<br>dangerous content by
<a href="http://www.mailscanner.info/" target="_blank"><b>MailScanner</b></a>, and is
<br>believed to be clean.
</font></span></div>
<br>______________________________<wbr>_________________<br>
Turkmath mailing list<br>
<a href="mailto:Turkmath@listweb.bilkent.edu.tr">Turkmath@listweb.bilkent.edu.<wbr>tr</a><br>
<a href="http://yunus.listweb.bilkent.edu.tr/cgi-bin/mailman/listinfo/turkmath" rel="noreferrer" target="_blank">http://yunus.listweb.bilkent.<wbr>edu.tr/cgi-bin/mailman/<wbr>listinfo/turkmath</a><br>
<br></blockquote></div><br></div>